Thursday, September 23, 2010

Dubrovnik by Drama Queen Vol. 2

Seyahate çıkan insanları bence iki gruba ayırmak mümkün. Tarihi yerleri gezen meraklılar, ve alış-veriş çılgınları. Bu post iki zıt tatilci karakteri birleştiriyor. Elbette ortaya karışık yapmak isteyenleri de... Dubrovnik tarihi açıdan son derece zengin ve pek çok badireyi atlatmış bir şehir olduğundan, gezilecek yerlerden bahsedeceğim öncelikle. Ana cadde olan Stradun’u baştan başa yürüdüğünüzde birkaç kiliseden başka birşey yok gibi görünsede, ara sokaklarda bulacaklarınıza şaşırabilirsiziniz.

Şehrin popüler giriş kapısı olan “Pile Kapısı”ndan girdiğinizde geniş ve uzun bir cadde olan “Stradun” karşılar sizi. Hemen sağınızda bulunan “Onofrio Çeşmesi” Dubrovnik’in önemli sembollerinden biri. 1438’de inşa edilmiş ve 12 km uzaktaki kaynaktan gelen buz gibi su, mask şeklindeki musluklardan 24 saat akar. Suyun içilebildiğini ve boş su şişelerini atmamanızı hatırlatmak isterim bu noktada. Hemen solda ise “Aziz Saviour Kilisesi” bulunuyor ve 1667 yılında şehrin büyük kısmını yıkan depremden kurtulan ender yapılardan. Yıkılmama sebebinin harcında kullanılan yumurta akı olduğunu söylüyorlar, elbette tartışmaya açık.



Bana kalırsa Dubrovnik’te hiçbir tarihi yeri görmeyecekseniz bile, mutlaka “şehir duvarları”na çıkmalısınız ve 2km’lik parkur sayesinde tüm şehri tepeden görmelisiniz. Böylece Dubrobnik’li Hırvatlar’ın yaşam tarzını, akvaryumdan farksız denizini, tarihi yapıların tamamını ve önlerine konulmuş çiçeklerle süslenmiş pencereleri kuş bakışı görebilirsiniz. Duvarlar üzerinde birkaç cafe bulunduğunu da ekleyeyim ki, gözünüzde 2km fazla büyümesin.


Stradun boyunca ilerlerken soldan 4. sokak olan Antuninska’da özellikle fotoğraf sanatıyla ve, bu dünya üzerinde olan bitenlerle ilgilenen tüm insanların görmesi gereken bir “War Photo Limited”bulunuyor. Savaş fotoğraflarından oluşan galerinin sahibi ve küratörü bir fotomuhabir olan Wade Goddard. Çeşitli fotoğraf sanatçılarının dünyanın farklı yerlerindeki savaşları görüntüledikleri kareler etkileyici. Patlayan bombaların fotoğraflarındansa, o bombalardan sonra sivillerin durumlarını görmek, bir farkındalık uyandırmak açısından son derece önemli.



Stradun’un sonua doğru ilerlerken karşınıza “Orlando Kolonu” çıkar. 1419’de yapılmış, eğlence ve kararların anons edildiği sütunun üzerinde heykelini göreceğiniz zaat-ı muhterem ise savaşlar sırasında Dubrovnik’i savunmış ve 51.1 cm’lik ön kol mesafesi, Dubrovnikliler’in kullandığı bir ölçü birimi olmuş. “Saat Kulesi” ise, 1444’de inşaa edilmiş, bronz heykeller saat başlarını haber veriyor.
Stradun’dan sağa doğru devam ettiğinizde ise hemen solunuzda kalan bina “Rector’s Palace”. Bu yapı 15. Yüzyılda Gotik-Rönesans tarzda inşaa edilmiş. Rector dedikleri muhterem kişi ise, her ay seçimle başa geliyor ve 1 ay boyunca evinden dışarı hiç çıkmadan şehri yönetiyor. Kim bilir belki de Dubrovnik’in yüzyıllar boyunca bağımsızlığını korumasının sebebi, yöneticilerinin koltuk sevdası olmamasıdır. Saray, aslen Rector’ün ofisi, özel odalar, salonlar, yönetim ofisleri ve arşiv gibi odalardan oluşuyor. Bugün ise restore edilmiş bölümlerde portreler, eski paralar ve Dubrovnik’in tarihini görücüye çıkaran bir müze.


Yukarıda sıraladıklarım mutlaka görülmesi gerekenler listesi niteliğinde. Bunları ve diğer önemli yerleri numaranmış biçimde haritada bulabilirsiniz.
Gelelim alış-veriş konusuna. Hırvatistan, şarabı ve zeytinyağı ile meşhur. Ancak bana kalırsa bizdekinden daha iyi bir kaliteyi yakalamış değiller. İçki konusundan devam edersek, grappa ve vişne likörü benzeri birşeyler de üretiyorlar, ilgilenenler Stradun üzerindeki çeşitli dükkanlardan mey ve zeytinyağı temin edebilir. Fiyatlar, mağazalar arasında ciddi fark göstermiyor. Amaç hediye almaksa ve standard hediyelikleri tercih etmek isterseniz, en sevimli hediyelikler yine Stradun üzerinde solda bulunan “Aqua” dükkanlarında. Yok ben biraz daha özel birşey istiyorum derseniz, el yapımı etkileyici mumlar satan “Candle Kingdom” sizin mekanınız, fiyatlar 4€’dan başlıyor.


Hediyelik konusu kapandığına göre gelelim giysi ve ayakkabıya. Öncelile söylemeliyim ki, baylar çok ümitlenmesin, çünkü malum moda sektörü kadınların alış-veriş zaafı üzerine kurulu. Biraz daha makul fiyatlar arayanların Izmedu Polaca sokağını turlamasını öneriyorum, biraz sonra bahsedeceğin Maria butiğin eski sezon ürünlerini satan dükkan da burada. Bunun dışında Gucci ve Max Mara gibi mağazaları da burada görebilirsiniz. Stradun’un sonunda hemen karşıda, aklınızı başınızdan alabilecek bir giysi ve takı dükkanı bulunuyor. Mineli ve Swarovski taşlı tasarımlar akıllara zarar, elbette fiyatları da. Stradun’un sonundan solda devam ettiğinizde, “Ploce Kapısı”na doğru ilerlerken solda “Maria”yı görürsünüz. Uluslararası bir butik olan Maria’da Alexander McQueen gibi pek çok ünlü markayı bulabilirsiniz.
Özetle Dubrovnik, alış-veriş yapmak için gidilecek bir şehir değil, ama elbette size orayı daha sonra hatırlatacak şeyler bulmak mümkün. Aşağıdaki haritada, burada bahsettiğim yerlerin yanı sıra bir sonraki postda bahsedeceğim restaurant, cafe ve bar gibi yerleri de bulabilirsiniz.


I believe there are two types of travelers: the ones who are exploring and the ones who are shopping. This post connects the two different poles and of course the ones who prefer a mixture...


Dubrovnik is a city which is very old and therefore historical. It has seen many wars and is still standing like the day it was built. As this is the fact, I am starting with the sightseeing notes. Although, it may seem like there is nothing more than a few churches when you walk along the main street, called Stradun, you will be surprised with the things you will come across at the connecting narrow streets.

When you pass through the popular entrance “Pile Gate” to the old city, the wide and long main street “Stradun” welcomes you. Towards your right is the “Onofrio Fountain”, one of the important symbols of the city. It was built on 1438 and from the mask shaped taps, cold water coming from a spring 12km away runs for 24 hours. I must add that it is drinking water and you shouldn’t throw away your empty water bottles, so that you can always have cold water for free. On your left, is the “St. Saviour Church” which is one of the few survivors of the earthquake on 1667. It is claimed that, the reason behind this is the egg whites used for its mortar.

In my opinion, even if you are not planning to see anything in Dubrovnik visiting the 2 km long “city walls” is a must. While walking the walls, you will be able to see Old City panoramically as well as Croatian lifestyle, the Adriatic sea, which is no different than an aquarium and beautiful windows, all decorated with pots of flowers. I should also add that there are a few cafes on the walls were you can enjoy a cup of espresso, so don’t be scared of walking 2km.

You can find “War Photo Limited” at the 4th street to the left of Stradun, Antuninska should be visited by every human being and especially by the ones who are interested in photography. The gallery is owned and curated by a photo journalist, Wade Goddard. Photographs by artists all over the world picturing the effects of war on civilians are touchy. It is important to see the effects of war on social life in order the arouse awareness.

As you walk towards the end of Stradun, “Orlando Column” is right in front of you. It was built on 1419 and was the place where sentences were announced. The 51.1 cm long forearm of Orlando was the unit of measure for the people of Dubrovnik. The bronze sculptures on the “Clock Tower” built on 1444 gongs every hour.


When you continue walking to the right on Stradun, “Rector’s Palace” is on your left. It was built on the 15th century in the Gothic-Renaissance style. The rector is elected for one month to rule the city and he was forbidden to go out of the palace during his ruling. Palace consists of Rector’s office, private rooms, administration offices and archive. Today, it is renovated and exhibits old coins, portraits and the history of Dubrovnik.


Things I have noted so far are in the must-do list. You can find these and other attractions on the map provided.

Now it is time for the issue of shopping. Croatia is famous for its wine and olive oil. To me these were not very attractive as in Turkey we can produce them in better quality. If interested in liqueur, you can provide grappa and cherry brandy from the shops on Stradun. Prices are more or less the same at every shop. If your intention is to get some souvenir, and you prefer classics, the best place for magnets, t-shirts and others is “Aqua”, that is again on Stradun. If you would like to go for something special, go to “Candle Kingdom” for various kinds of handmade candles. Prices start from 4€.


Before I start to the personal-shopping issue, I have to remind that the fashion industry feeds from women’s weakness for shopping; therefore I will not be talking about anything for men. If you are looking for relatively better prices take a look at the boutiques on Izmedu Polaca. Brand such as Gucci and Max Mara also have small boutiques here. You can also find the shop selling old seasons’ pieces from Maria, a boutique I will talk about later. At the end of Stradun there is a jewelry shop which can drive you crazy with its Swarovski and enamel pieces. If you continue to the left of Stradun, you will see Maria’s boutique. It sells international brands such as Alexander McQueen.


To sum up, Dubrovnik is not a heaven for shophocolics, however you can find pieces that will remind you the place after years.


At the map, you can find the places I have been talking about and also the restaurants, cafes and bars that I will be reviewing at the next post.

Kaynak / Source: Lonely Planet, Croatia

Thursday, September 16, 2010

Dubrovnik by Drama Queen Vol.1

Dubrovnik’ten yeni döndüm ve anlatacak çok şeyim var! Nasıl gidilir, nerede kalınır, nereler gezilir, nerelerde yenilir, içilir ve elbette ne alınır...




Obstinate King, “Modern Yurtdışı Seyahat Rehberi” ile aslında konuya bir miktar giriş yaptı. Aynen onun gibi bende “kendi turumu kendim yaparım, rehberde ben olurum, turistte” diyen biri olsamda bu sefer biraz aile ile seyahat etmenin etkisi, biraz da son dakikada karar vermiş olmaktan ETS Tur ile gitmek daha uygun fiyatlı oldu. Bu arada unutmadan söylemeliyim, TC vatandaşlarına Hırvatistan’ın vize uygulaması yok. 30.000€ teminatlı seyahat sigortası yaptırmanız yeterli (Bir hafta için 30TL).

459€’luk fiyata Atlas Jet’den kiralanan uçak ile İstanbul-Dubrovnik-İstanbul direk uçuşu, havaalanı vergileri, 3 yıldızlı otelde 4 gece oda-kahvaltı konaklama, havalimanı-otel-havalimanı transferleri, 30.000€ teminatlı seyahat sigortası ve panoramik şehir turu dedikleri yaklaşık 1 saat süren rehber eşliğinde gezinti dahil. Bakıldığında içi son derece boş bir tur. Elbette ekstra günlük tur alma imkânı var. Ancak araştırdığınızda, uçak ve otel fiyatı toplamı bu bedeli geçiyor. Dolayısıyla bizden artık sırt çantasıyla dolaşmak geçti diyorsanız, bence en ucuz alternatif.
Dubrovnik’te genel olarak iyi olan otelcilik hizmeti düşünüldüğünde 3 yıldızlı otelle hayal kırıklığına uğrayacağınızı da zannetmiyorum. Kaldı ki, 4 ve 5 yıldızlı otelde konaklama şansınız da var tur alırken, baştan seçiyorsunuz. Obstinate King’in önceki deneyimlerine göre, birçok pansiyon ve düşük yıldızlı otellerden iyi hosteller bulmak da mümkün, bu durumda “Modern Yurtdışı Seyahat Rehberi” iyi bir kaynak.

Birde uçak konusu var. ETS uçağın tamamını belirli seferler için kiraladığından ucuza getirmiş diye düşünüyorum. Kendiniz gidecek olsanız, Türkiye’den direk Dubrovnik uçuşu yok, en azından şimdilik. Zagreb aktarmalı gidiyorsunuz ve Zagreb-Dubrovnik arasını Hırvat Havayolları ile uçuyorsunuz, kaldı ki can güvenliğiniz açısından uçakları gördükten sonra bunu yapmak istemeyebilirsiniz. İstanbul-Zagreb uçuşunu Hırvat Havayollarından alabilirsiniz; çünkü THY ile ortak uçuş ve THY uçakları ile gerçekleştiriliyor. Zagreb’den Dubrovnik’e uçmak istemezseniz yada Hırvatistan’ın başka yerlerini görmek isterseniz otobüs biletlerini büyük şehirlerdeki “Autobusni Kolodvor” dan (otobüs garı) temin edebilirsiniz.

Birazcık ETS’nin hizmetlerinden bahsedeyim. Atatürk Havalimanı’nda buluştuk rehberimiz Ömer Ilgazlı ile. Check-in ve pasaport işlemlerinin ardından 1 saat 35 dakika süren Dubrovnik uçuşumuz başladı. Atlas Jet’in yurtdışı uçuşlarında çok başarılı olduğuna da kanaat getirdim bu uçuş sırasında. Kabin içi hizmet kesinlikle THY ile yarışırdı. Hatta bence yemekler THY’den daha başarılıydı. Seçenekli değildi ancak, geçen yüzyıldan beri seçenekmiş gibi sunulan “tavuk mu makarna mı” yerine giderken hindili ve pestolu bir makarna dönüşte sebzeli soslu köfte yanında pilav görünce insan seviniyor. Dubrovnik Čilipi (Çilipi) Havalimanı’nda bagaj ve pasaport işlemlerinden sonra bizi bekleyen ETS otobüsleri havalimanı’ndan Eski Şehir denilen bölgeye geldik. Ana cadde boyunca önemli yerlerin önünde durup kısa hikâyelerini dinledik ve ardından “serbest zaman” aldık. “Serbest zaman” sonunda otobüslerimizle otellerimize gittik ve böylece paket program dahilindeki hizmetlerin sonuna geldik (Elbette dönüş transferi ve dönüş uçuşumuz da dahil).

Valamar zincir otellerinden olan Valamar Argosy Hotel’de konakladık. Son birkaç yıldır, Türkiye’nin birçok yerinde birçok çeşitli statüde otelde kalmış olmama rağmen, ben hiç böyle 3 yıldız görmedim. Açık büfe kahvaltısı ve akşam yemeği, akşam lobide çalan harika grupları, havuz gibi olanaklarıyla pek çok 4 ve 5 yıldızlı otelden kat kat iyi hizmet veriyor. Özellikle Antalya, 5 yıldız ve her şey dahil lafları tüylerimi ürpertir, iştahımı kapatır ve yine mi diye düşündürürken, kahvaltı ve akşam yemeği büfelerini çok etkileyici buldum. Bunun yanı sıra mini bar, ve lobby bar gibi yerlerdeki fiyatlar da çok normal. Tek espresso shot 8 Kuna (2.16 TL), Baileys 25 Kuna (6.75 TL) gibi.

Bir sonraki post, Dubrovnik eski şehirde gezilecek yerler ve alış-veriş hakkında.


I am just back from Dubrovnik and I have a lot to share! How to go, where to stay, what to see, what to eat and of course what to buy…

Just like Obstinate King I prefer to be my own tour guide, however this time I was traveling with my mom and grandma. Therefore, we preferred a travel agency, specifically ETS. Also we were a last minute traveler, so plane tickets were rocket climbing. As travel agencies rent a whole plane and certain number of rooms for the whole season, they can offer more convenient prices.

The 459€ price includes the flight with a private Atlas Jet plane in the İstanbul-Dubrovnik-İstanbul round trip, airport tax, bb accommodation at a 3 star hotel for 4 nights, transfers at Dubrovnik, 30.000€ worth travel insurance and a so called panoramic city tour which lasts an hour. Overall, the tour is quite empty; however the price is good when you think of the plane tickets and accommodation separately. There is also the possibility to get daily tours of course. As a result is you are not a backpacker, this is the cheapest alternative.

When we think of the quality of tourism sector at Dubrovnik, I don’t think you will be disappointed with the 3 star hotel. In addition, you have the opportunity to accommodate at a 4 star or a 5 star hotel. According to Obstinate King’s previous experience, it is also possible to find nice hostels which may be better than some 1-2 star hotels. In this case, www.hotelworld.com is a good source.

There is also the flight issue. ETS rented a plane; therefore they saved a lot in my opinion. If you are considering to arrange a flight, there is no direct flight from Turkey to Dubrovnik currently. However, if you would like to fly to Zagreb and then have a connecting flight, you get the domestic flight from Croatian Airlines. At this point I need to add that it may not be very safe as the planes are a little too old. There is also the option of taking the bus and visiting other cities on the way to Dubrovnik, as the direct ride takes 12 hours. The tickets are available at “Autobusni Kolodvor”, that is the bus terminal.

I shall talk a little about what ETS offers. We met our guide Ömer Ilgazlı at İstanbul Atatürk Airport. After check-in and passport control, our flight for 1 hr and 35 mins started. I also concluded Atlas Jet was very good at international flights. Food was way better than THY. At the end of the flight ETS busses were ready at Dubrovnik Čilipi (chilipy) Airport. Busses took us to the Old City where we took a short guided tour, followed by the free time.
Our accommodation was at Valamar Argosy Hotel. The 3 star hotel was nothing like a 3 star. It was much better than many 4 stars’ with the live performance groups playing at the lobby, its open buffets and pool. In addition prices for extras are quite convenient. For example a single shot espresso is 8 Kuno (2.16 TL), Baileys 25 Kuna (6.75 TL).

The next post is about the Dubrovnik Old City and shopping.

Tuesday, September 14, 2010

Akbank Caz Festivali 23 Eylül - 12 Ekim 2010 / Akbank Jazz Festival 23 Sept. - 12 October {İstanbul}

Bu sene yine müthiş bir program yapılmış “kırmızı” caz festivali için. Ben işlerin yoğunluğu dolaysıyla sadece bir tanesine gidebileceğim ama gitme imkanı olanlar için kısa kısa kaçmayacak bazı konserlerden bahsetmek istedim.

Biletler ise Biletix'de satışta.


24 Eylül 2010 – Aya İrini
John Surman with Chris Laurence & The Trans4mation String Quartet




John Surman Büyük Britanya’dan çıkan en yetenekli caz müzisyenlerinden biri. Adanın müzik konusunda başarısı malum. Oradan çıkıp da dünyayı kasıp kavurmuş sanatçıları saymaya başlasak tüm gün sürebilir. İlginçtir ki bu durum “caz” konusunda böyle değil, tek tük sanatçı ismini duyurmayı başarabilmiş. John Surman da bunlardan biri. Özellikle Alman plak şirketi ECM üzerinden çıkardığı albümler müthiş. Hüzünlü saksafon tonu da zaten bu şirketin sound’una tam uymaktadır.

Ülkemize ise klasik bir caz grubu yerine yaylılar orkestrası ile geliyor. Bu tip klasik müzik enstürmanları ile caz müziğin birleşimine hep temkinli yaklaşmışımdır. Çünkü sonuç tahmin edilemez oluyor; bazen müthiş bir müzik ziyafeti çekerken bazen de kendinizi tam anlamıyla bir “freak show”un ortasında buluyorsunuz. Bu konserin sound’u hakkında bir fikir edinmek isterseniz ECM 1956 katalog numaralı “Spaces in Between” albümünü dinleyebilirsiniz.

Daha fazla uzatmayayım, Aya İrini zaten büyülü bir alan ve konser için seçilebilecek en iyi yerlerden biri. Benim tavsiyem bu değerli müzisyenin konserini kaçırmamanız.


28 Eylül 2010 – Babylon
Nils Petter Molvaer




İşte benim gideceğim konser! Trompet en sevdiğim müzik enstürmanı bu yüzden pek tarafsız olamayacağım ama Baltık’lardan gelen bu ünlü sanatçı gerçekten heyecan verici. Yaptığı besteler, kendine özgü lirik sound’u ve sahne performansıyla bir bütün.

Yaptığı müzik ise gelecekte caz müzik nasıl olacak ondan bir demet sunuyor adeta. ECM’den çıkardığı Khmer ile başlayan yolculuk son zamanlarda kendi plak şirketinden çıkardığı albümler ile devam ediyor. Hem kulağa hem göze hitap eden bir sahnesi var. Gözü kapalı gidip müthiş zaman geçireceğiniz konserlerden.


29 Eylül 2010 – Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu
Miroslav Vitous “Remembering Weather Report” feautiring Franco Ambrosetti




Çek kontrbas canavarı Miroslav Vitous caz dünyası için en önemli isimlerden biri. Efsanevi Weather Report grubunda çalmış, Miles Davis, Chick Corea gibi müzisyenlere eşlik etmiş dev bir isimden bahsediyoruz. Yanlış anımsamıyorsam ülkemize ikinci gelişi olacak fakat böyle müzisyenleri festivallerimize çekebilmek büyük bir keyif gerçekten.

Konserin isminde geçen “Weather Report” grubundan kısaca bahsetmek lazım. Bu grup deneysel piyanist Joe Zawinul ve her daim avant-garde olan saksafoncu Wayne Shorter tarafından 40 yıl önce kurulduğunda caz dünyasında yepyeni bir akım başlattı. Fusion olarak adlandırılan bu yeni müzik türünde jazz ve rock müzik müthiş bir biçimde harmanlanmıştı. Sonuç olarak onlarca albüm ve bu gruptan esinlenmiş yeni bir sürü grup türemiştir. Bir değişik anektod ise grubun kurucuları değişmese de dönemin en iyi müzisyenleri hep bu grupta çalmıştır. Bunun nedeni ise bu grupun sound’unda her enstürmanın ayrı bir solosu olması ve şarkıların yoğun improvizasyonları içermesi. Kısacası bir müzisyenin kendini geliştirmesi için gereken her şey vardı: Üstad seviyesinde müzisyenler, improvizasyonlar, sololar... Bize de ortaya çıkan muhteşem “şey”leri dinlemek kalıyordu.

İşte bu grubun demirbaşlarından olan Miroslav Vitous, 2006 yılında yine ECM plak şirketinden bu gruba saygı duruşu niteliğinde bir albüm çıkarmıştır. Albümdeki parçaların çoğunluğu Vitous’un bestelerinden oluşuyor. Güzel ve ilginç olan taraf bu besteler efsanevi Weather Report grubunun şarkılarından yada grubun üyelerinin şarkılarından esinlenerek, düşünülerek yapılmış. Veya ünlü klasik müzik bestecisi Dvorak ile Miles Davis’in füzyonu gibi uçuk şeyler denenmiş. Bu yeni bestelerin tamamen akustik ve oldukça uyumlu Vitous’un yeni grubundan dinlemek ise ayrı bir keyif. Konserden önce bir fikir edinmek isterseniz ECM 2073 katalog numaralı “Remembering Weather Report” albümünü alabilirsiniz fakat sizi temin ederim ki canlı performans bambaşka olacak!




30 Eylül 2010 – Babylon
Burhan Öçal & Jamaaladeen Tacuma & Wolfgang Puschnig




İşte bir freak show! Dünyaca ünlü sanatçımız, müthiş yetenek ve güzel insan Burhan Öçal’a Amerika’lı basçı Tacuma ve saksafoncu Puschnig eşlik edecek. Burhan Öçal’ın darbukasına ve ritmlerine söylecek zaten hiçbir şey yok. Funk ile aram pek olmadığından Tacuma’yı daha önce dinlemişliğim yok fakat funk bas ile darbuka’nın etkileşimi çok ilginç olacak! Puschnig ise gerçek bir yetenek ve ismini kanıtlamış bir isim. Genelde benim dinlediğim albümlerinde melankolik ve ağır çalan bir havası vardı. Fakat konserdeki diğer isimleri düşününce o gece sert çalacak demektir!


8 Ekim 2010 – Ghetto
Hindi Zahra




Bu isme özellikle dikkat çekmek isterim. Normalde iki elim kanda olsa gideceğim bir konser fakat bu tarihte yurt dışında olacağım için kaçırıyorum.

Sanatçının albümü 2010 yılı arasında aldığım albümlerin en iyilerinden biri. Gerçi yaptığı müzik ne kadar caz olarak adlandırabilir bilmiyorum ama müthiş bir füzyon olduğu gerçek. Kendi kültüründen kattığı değerler ile günümüz modern müziğini çok çok iyi bir şekilde harmanlamış üstüne bir de çok güzel sözler yazmış. Yer yer huzura ereceğiniz, zaman zaman çok eğleneceğiniz oldukça keyifli bir konser olacağına eminim. En azından Avrupa’dan gelen haberler öyle :).

Yeni nesil sanatçılar böyle olmalı işte! Süper yetenekli biri. Bestelerini kendi yapıyor, sözlerini kendi yazıyor yani hep kendinden bir şey katıyor. Sesi de çok güzel olunca elbet keşfediliyor insan. Gidebilecekleri şimdiden kıskandım diyip bu yazıyı sonlandırıyorum.


Bunların dışında eğer daha önce hiç dinlemediyseniz İlhan Erşahin ve Selen Gülün’e gitmenizi tavsiye ederim. Bu tip sanatçılar, özellikle ülkemizden, kolay yetişmiyor. Desteklemek lazım o yüzden.

İlhan Erşahin daha çok future jazz denilen elektronik müzik tabanlı bir caz yapıyor ve gerçekten eğlenceli bir sahnesi var.

Selen Gülün ise ülkemizin yetiştirdiği en iyi caz müzisyenlerinden biri. Çok güzel besteleri ve harika bir piyano stili var. Yumuşak çalışı ile Norveç’li ünlü piyanist Tord Gustavsen’e benzetiyorum ben onu. Çok özel bir akşam olacağına eminim.



“Red” Jazz Festival, which takes it color from the sponsor bank’s logo, is the 3rd and last of annual big jazz festivals in the beautiful city of İstanbul. In this festival you can watch and listen famous jazz artists from all around world and it also offers local cuisine i.e. local jazz stars.

This year, I am going to attend only one of the concerts due to my very busy schedule. But I made a small recommendations list which you shouldn’t miss!
If you like future jazz, which is combination of classic jazz instruments based on electronic background, I strongly recommend İlhan Erşahin. He is a very talented composer and a fine saxophone player who owns a jazz club in New York. He will play in a bar called “Babylon” which has very very good history. A lot of talented musicians over the year came here and performed. I like this place a lot, sort of a home to me and I know you will like it there too.

Selen Gülün, one of the most talented jazz musicians this country growed, will perform three nights in a row. She is a great composer and a pianist, whom also sings occasionally. Her style can be categorized as post-bop, modern jazz. I tend to compare her delicate piano playing with world renowned pianist Tord Gustavsen. She is also very productive, already a bunch of albums released. So I suggest go with a few extra bucks, at the end of the concert you may want to buy and get them signed :).

Other than this, Burhan Öçal concert is likely to be a “different” experience and this freak show should not be missed.

Now let’s talk about international starts that are going to attend this year’s festival. In the first week of the festival, English baritone sax player John Surman and his string orchestra will play in beautiful Aya İrini Museum. The week after, there will be two massive concerts in succession: Baltic trumpet player Nils Petter Molvaer and Czech bass giant Miroslav Vitous. If you like future jazz, Nils Petter Molvaer certainly will give you the best and if you want classic jazz tunes blended with modern notes and ECM record’s unique sound, Miroslav Vitous Band is a sensible choice. Finally, finish this festival with highly acclaimed young musician Hindi Zahra. Her freshness and ability to both write and sing songs will put a smile on your face.

Until next time, which is going to be annual Ankara Jazz Fest
.

For tickets,
http://www.biletix.com/static.htm?page=sp36

Thursday, September 9, 2010

Modern Yurtdışı Seyahat Rehberi

Tatil yapmak esasında oldukça detaylı plan yapmayı gerektirir. Eğer bir haftasonunuzu ayırıp her noktayı kapsayan bir plan yaparsanız unutamayacağınız bir tatil geçirmeniz muhtemel. Eğer bu haftasonu planını bir de tatile çıkmadan aylar önce yaparsanız hatırı sayılır miktarda da kâr edersiniz.

Ülkemizde yeni yeni başlayan yurtdışı seyahat hevesi dolayısıyla bir şeyler karalamaya karar verdim. Genellikle yurtdışı seyahatleri bir turizm acentası ile anlaşılıp, gerçekleştiriliyor. Aslında en mantıklısı da bu. Çünkü bu acentalar uçak firmaları ile anlaşıp çok ucuza bilet kapatabiliyorlar. Hava yolu firması belki boş dönecek uçağının biletlerini acentaya satıp kendini sağlama alıyor. Acenta da normalden ucuza bilet almış oluyor. Bunun dışında acentalar yurtdışında anlaştıkları otellerden de çok avantajlı fiyatlar alabiliyorlar. Fakat bunun bize -yani müşteriye- yansıması ne yazık ki aynı şekilde olmuyor. Tur fiyatları hala çok fahiş. Özellikle de yurtdışı muadilleri ile karşılaştırılınca. Hoşuma gitmeyen bir diğer yan ise ilanlarda veya şahsen sorduğunuzda bile kalınacak otelin adının verilmemesi. 3 yıldızlı bir otel denip geçiştiriliyor ve işiniz tamamen şansa kalıyor. Artık bahtınıza göre otel hiç bir şekilde yıldız hak etmeyecek kadar rezalet de olabilir yada şehre çok uzak olabilir ki böylece hiçbir şey göremeden geri dönersiniz. Uzun lafın kısası ben bir turizm acentasıyla çıkmayı hiç avantajlı bulmuyorum ve biraz kendi rehberimden bahsetmek istedim.

1. Vize İşleri

Görmek istediğiniz ülkeyi belirledikten sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nün web sitesinden bu ülkenin T.C. vatandaşlarına vize uygulayıp uygulamadığını kontrol edin.
http://www.egm.gov.tr/hizmet.yabancilar.vize.asp (En altta C bölümü)

Eğer vizeye ihtiyacınız varsa o ülkenin elçilik sitesinden gereken evraklar listesini bulabilirsiniz. Bu aşamada standart istenen evraklar var, fazla büyütmeye gerek yok. Otel ve uçak rezervasyonları şart. Burada dikkat edilecek nokta bu rezervasyonları yaparken “Flexible” yani iptal edilebilir olarak yapmak. Olası bir sorunda cebinizden para çıkmamış olur. Genelde oteller kalacağınız günden 1 gün önceye kadar karşılıksız iptal edebiliyorlar. Ek olarak eğer öğrenciyseniz öğrenci belgesi, ailenizden sizi oralarda açta açıkta bırakmayacağına dair bir yazı vs. Eğer çalışıyorsanız maaş bordronuz, banka hesabınız vs. Artık vize işlemleri de baya hızlandı, eğer evraklarınız sorunsuz ise 3-4 güne vizeniz elinizde oluyor.

2. Uçak Bileti

Gelelim uçak bileti kısmına. En fazla seçeneğinizin olduğu yer burası. Benim tercihim biletlerin “mil” ile alınması. Bilmeyenler için kısaca bahsetmek gerekirse, bu tip kredi kartları ile alışveriş yaptıkça puan yerine mil kazanıyorsunuz. Genelde 1 TL’lik harcama 1 mil’e eş değer. Mil karta göre değişse de ortalama olarak Avrupa’ya gidiş-dönüş bir uçuş ise 20.000 mil değerinde. Fakat genellikle bankaların yaptıkları anlaşmalar sonucu, özellikle benzincilerde, 1 TL = 2 mil gibi kampanyalar oluyor. Bir de bu süre içinde yaptığınız uçuşlardan da mil kazanabiliyorsunuz. Ayrıca bu tip kartların büyük havaalanlarında “lounge” hizmetleri oluyor. Eğer ki bir aktarmanız varsa o havaalanının kargaşasından bir anda kopup huzurlu ve konforlu bir ortama geçiş yapabilirsiniz. Bu tip kredi kartlarının en büyük dezavantajı ise taksit yapılamaması. Gerçi bazen kampanyalar ile taksit de yapılabiliyor ama yılın genelinde böyle bir imkan yok. Tabii ki bu durumun avantaj veya dezavantaj oluşu kişiden kişiye değişebilir. Taksit olmaması sayesinde sadece cebinizdeki parayı harcıyorsunuz ve dağ gibi bir borcun altına girmiyorsunuz. Daha detaylı bilgi ve mil kartlarının karşılaştırılması için bu siteyi şiddetle tavsiye ederim.

Mil kartınız yoksa internette aramanın gücüne inanmanız gerekiyor. Bir çok havayolu firması var. Türkiye’de THY ve Pegasus’un yurtdışı uçuşları var. THY’nin kalitesinin altını çizmek isterim bu noktada. Gerek yurtiçi gerek yurtdışı firmalarla karşılaştırınca oldukça iyiler. Bunun dışında gitmek istediğiniz ülkenin ulusal havayollarına da bakmanızı tavsiye ederim. İlk aklıma gelenler, Austrian Airways, British Airways, Air France, Lufthansa, SAS vs. (Dip not: "Round trip" dedikleri şey gidiş-dönüş bilet)


Son olarak tüm bu işleri sizin için yapan siteler de var. İnternetteki uçak bilet fiyatlarını tarayıp, tercih ettiğiniz tarihler arasında ucuz olan uçuşları listeliyorlar. Ben biraz eski kafalı olduğumdan bu işi kendim yapıyorum, pek güvenemiyorum :). Ekobilet, Sonfiyat ve Skyscanner benim bildiklerim.


Bir de not düşeyim eğer İngiltere düşünüyorsanız easyJet diye bir alternatif var ki muhteşem! Bilet fiyatlarında her şey opsiyonel, bagaj bile! Eğer ufak bir bagajınız varsa (uçağın el bagajına sığabilecek ölçülerde), bagaj parası vermeyeceğinizden 100 € gibi bir rakama bile uçabilirsiniz.

3. Konaklama

Şimdi sıra otel seçimine geldi. Benim bu konuda sıklıkla kullandığım iki site var: Booking.com ve Hostelworld.

Booking.com sitesinin arşivi gerçekten muazzam. Dünyanın dört bir yanından bir çok otel barındırıyor ve bu oteller hakkında fotoğraflar, kullanıcı yorumları ve özel teklifler sunuyor. Yapmanız gereken siteye girince gideceğiniz şehri ve kalacağınız tarihleri yazıp arama yapmanız. Sonra çıkan seçeneklere göre bütçenize uygun oteli seçebilirsiniz. Zaten fotoğraflara ve yorumlara bakınca seçim kolay oluyor ve oraya gidince bir sürpriz ile karşılaşmıyorsunuz. Bu arada site bir “rezervasyon” sitesi yani otelin ücretini bu site üzerinden ödemiyorsunuz. Kredi kartınızı vermenizin sebebi otel kartınızda gereken ücreti bloke ediyor, otele vardığınızda ise bu ücret resepsiyondaki kişi tarafından kartınızdan çekiliyor. Sitenin ayrıca Türkçe dil seçeneği de mevcut. Bu siteyi iyi taramak lazım, süper fırsatlar ile karşılaşabiliyorsunuz. Mesela bir kaç yıl önce Prag’da kalacak yer ararken, bu site üzerinden 4 yıldızlı bir otel buldum. Otel meğer aynı binada eskiden 2 yıldızlı olan bir oteli alıp yenilemiş ve adını duyurmak amacıyla acayip bir promosyon yapmış. Bana da 4 yıldızlı otel konforunda, kuş tüyü yastıklar, full course kahvaltılar vs., pansiyon fiyatına konaklamak kalmıştı :).


Hostelworld sitesi ise bambaşka bir konsept. Bu sitede dünyanın dört bir yanından “Hostel” denilen konaklama imkanları listeleniyor. Hostel’lerde yurt (dorm) denilen 3-4-5 kişilik konaklanan odalar ve double denilen bildiğimiz çift kişilik konaklamalar için odalar bulunuyor. Banyo ve tuvalet ise “shared” yani bir katta bir tane var ve o kattaki bütün odalar tarafından kullanılıyor. Bir de tüm Hostel’e ait mutfak oluyor. Anlayacağınız üzere bu tip konaklama biraz genç işi. Lakin gerçekten işini iyi yapan Hostel’ler var ve onlarda kalmak ayrı bir keyif. Çünkü bu tip yerlerde sizin gibi gezginlerle kaynaşıp daha önce keşfetmediğiniz yerlere gidebilirsiniz, muhabbet edip ufkunuzu açabilirsiniz yada en kötü küçük gezi grubunuza bir kaç kişi daha katılır ve böyle kültürel çeşitlilik her zaman iyidir. Her şeyi geçtim hostel’lerde hakikaten çok ucuza kalabiliyorsunuz. İşte hostelworld sitesi de bu noktada devreye giriyor. Sitede kullanıcı yorumlarına ve fotoğraflara bakarak hostel’in temiz ve güvenli olduğunu tespit edebilirsiniz. Bu tip konaklamalara genelde sadece uyku için gideceğinizden şehre biraz yakın olursa da fena olmaz. Site rezervasyon yaptırdığınız zaman ücretin %10’unu tahsil ediyor. Geri kalanını hostel’e varınca ödüyorsunuz. Site ayrıca size bir şehir rehberi mail atıyor ki bu rehber nerede ucuza yemek yenir vs. gibi oldukça yararlı bilgiler içeriyor.

4. Rehber

Son olarak kendinize bir şehir rehberi hazırlayın. Bu sayede şehirde kaybolmak yerine kısa bir seyahatta bile oldukça verimli ve hızlı bir şekilde kendinize özel bir şehir turu yapabilirsiniz. Tamamen kendi ihtiyaçlarınız ve zevklerinizi seçebilmenin özgürlüğü içinde bilgisayar başına oturun. Sonuçta insan hep tarihi kale, böcek, çörek görmek istemez. Klas vintage mağazalar, sevdiğiniz sanatçının konseri veya methini çok duyduğunuz bir restoran. Sadece aramaya inanmanız gerekli!


Fakat her şeyden önce havaalanından otele nasıl ulaşacağınızı da tespit edin :). Sonra taksicilere fahiş fiyat vermek zorunda kalırsınız. Genelde havaalanından şehir merkezine giden Havaş tarzı otobüsler oluyor. Bunlara makul bir ücret verdikten sonra şehir merkezinden otele gitmeniz için bir çok seçenek ortaya çıkıyor. En garantisi taksi iken, ben yerel halka karışmanızı tavsiye ederim. Otobüs, tramvay veya metro. Yeter ki ineceğiniz durağı bilin :).


Kendi rehberimize dönecek olursak, bu rehberin başlangıç noktası Lonely Planet olmalı. 5-10 $ bir ücret karşılığı o şehir hakkında oldukça detaylı bir rehber (.pdf dosyası halinde) ediniyorsunuz. Bu rehberde turistik yerlerden tutun da gece klüplerine kadar bir çok yer tanıtılıyor ve size yaklaşık olarak kaça patlayacağı yazıyor. Bunun yanı sıra şehrin içinde yapabileceğiniz örnek turlar da sunuyorlar. Bu çizgileri takip etmek de eğlenceli olabiliyor.


Bir diğer noktanız gezi blogları ve ekşi sözlük olmalı. Buralarda gözünüze kestirdiğiniz yerleri Google Maps kullanarak tespit edip rehberinize eklemelisiniz.


Benim anlatacaklarım bu kadar. Umarım yararlı olmuştur. Daha fazla sorularınız varsa yorum olarak atabilirsiniz veya mail yoluyla da cevaplayabilirim. Şimdiden iyi tatiller ve keyifli maceralar :).

-----------------------------------------------------------------------


This is a post about travelling abroad. It will be only in Turkish because visa regulations and travelling agencies differ enormously for every country. So there will be no sense for translating this post. Also I’m pretty sure that key points of this guide is very well known across EU. You can see familiar sites like hostelworld etc. Anyway, apologizes for this time :).

Wednesday, September 8, 2010

Song of the Day








Günün karmaşasından, gündemin yoğunluğundan, ki özellikle bu günlerde, insan sanattan uzun süre uzak kalabiliyor. Yada başka bir deyimle insanlıktan çıkıyor! Müzik, bana en çok hitap eden sanat dalı ve benim için topraklama görevi yapıyor. Sıfırlıyorum kendimi bir nevi. Lissie ismine de geçenlerde eve dönerken Ankara'mızın yerel radyosu Max FM'de denk geldim. Uzun zamandır beni bu kadar heyecanlandıran böyle yeni birine denk gelmemiştim. Güzel, yetenekli, süper bir gırtlak ve videolardan anlaşıldığı kadarıyla muhteşem bir enerji! Genç yetenek dediğin böyle olur!

Bu arada Max FM ile ilgili bir yazı da yakında burada olacak. Çok iyi çalıyorlar cidden!

------------------------------------------------------------------

The year is 2010 and we are still capable of generating mind-freaking talented musicians! I came across to Lissie in Ankara's local radio Max FM, there will be a review about this radio station on this blog soon, and from the first moment I heard her I was mesmerized! She is young... she's talented... she's beautiful... she's very energetic and has a great voice. Don't miss out!