Wednesday, June 30, 2010
Butcha – The Butcher Shop & Steakhouse
Park Caddesi (Street)
Alımcı Park Villaları 15/2
Çayyolu Ankara
Tel: +90 312 241 45 43
Geçen yüzyıl sevgili Obstinate King’i götürmek üzere söz verdiğim Butcha’ya gitmeyi sonunda başardık. Bu süre içinde benim hayvansal protein diyeti yapmamın, onun finalleri olmasının, İzmir’den gelmesini beklediğimiz arkadaşımızın haftalar sonra ‘hadi siz gidin sonra da beraber gideriz’ demesinin çok etkisi olsada, erkek milletinin ferdi olarak olarak beni kurban seçip, bu akşam nereye gitsek sorusu her gündeme geldiğinde imalı sözlere maruz kaldığımı ve başımın etinin yendiğini de burdan tüm dünyaya duyurmak istiyorum!
Konumuza gelecek olursak; Ankara’da eti en sade haliyle yiyebileceğiniz sanırım tek yer burası. Davetkar ve sade dekorunun yanı sıra açık mutfak ve iyi havalandırılmış ortam iştahınızı açıyor. Etin seçtiğiniz bölümünü istediğiniz gibi pişiriyorlar ve yanında sosu, kızarmış patatesler ve haşlanmış sebzeler ile servis ediyorlar. İstediğiniz gibi pişiriyorlar derken, gerçekten öyle. Az pişmiş istediğim etimi, az pişmiş yiyebildiğim Ankara’daki tek yer Butcha. Bunun yanı sıra, kasap bölümünden aynı etleri ve daha fazlasını da satın alabiliyorsunuz. Daha fazlası kısmına yıllandırdıkları etler de dahil.
Siz neler yediniz derseniz, kırmızı soğanlı roka salatası (biz soğansız yapmalarını istedik) ile başladık. Salata balzamik sos ve üzerinde parmesan dilimleri ile servis ediliyor (Fotoğrafı çekmek salatanın yarısını yedikten sonra aklımıza geldiğinden parmesanları göremiyorsunuz ).
Ana yemek için ise dana bonfile (200 gr) ve New York steak (350 gr) sipariş ettik. Standart bir porsiyondan daha fazla olduğu için et miktarları biraz aç gitmenizi, yemeğe saldırmamak için de bir başlangıç sipariş etmenizi öneriyorum. Yemeğimize eşlik etmesi için de birer kadeh Carbernet Sauvignon ve bir büyük şişe de Uludağ soda sipariş ettik.
Salata ve ana yemeklerimizden memnun kaldıysak da tatlı tam bir fiyaskoydu. Yabanmersinli cheesecakede taze yada donmuş yabanmersini yerine kuru yabanmersini kullanmışlar. Kuru yabanmersinindeki acımsı burukluk da dolayısıyla tadı bozmuş. Taze meyva kullanmadıklarından üzerine de yabanmersini sosu dökülememiş ve bu açık çikolata sosu ile kapatılmaya çalışılmış. Yanına ise kirazlar konulmuş, sanki cheesecake korkunç biliyoruz o yüzden kirazlar belki ağzınızı tatlandırır der gibi. Özetle tatlı, isminin vadettiği hiçbirşeyi sunmadı ve hayal kırıklığı yarattı.
İki kişilik böyle bir akşamın başlangıç, ana yemekler tatlı ve birer kadeh şarap dahil maliyeti 136 TL. Biraz pahalı ancak, arada kendimizi (midemizi) şımartmak hakkımız sanırım. Butcha için rezervasyon yaptırmanızı kesinlikle tavsiye ederim, özellikle de cuma ve cumartesi akşamları için. İyi hoş ama Park Caddesi’nin inanılmaz trafiğine girmek gözümde büyüyor diyenler için de vale hizmeti olduğunu eklemek isterim.
Last century, I promised to take Obstinate King to Butcha, but until today due to many distractions we were unable to go. At this period there were many reasons which kept us from visiting the place such as; me, having only vegetable based protein, his coming finals and waiting for a friend from İzmir. However, as a man, he needed to find someone to blame and guess who was that? He bit my head of every single time we were going out for dinner!
I should better start talking about the topic. Butcha is probably the only place you can have a decent steak in Ankara. In addition to its inviting decoration, the well ventilated kitchen enables you to see how your steak is cooked. Part of the veal that you desire is cooked in the way you like and served with boiled veggies and fries. By the way, from the butcher section, you can buy steak and more including aged meat.
If you ask about what we had, we started with rocket salad with red onions. It is served with balsamic sauce and parmesan slices on top (As I remembered to take the photo after having half of the salad, unfortunately you cannot see the parmesan slices ). We ordered veal steak fillet (200 gr) and New York steak (350 gr). As portions are a little bigger than standard, I suggest you to go hungry and order a starter first in order not to eat the steak too fast and be able to enjoy it. We also ordered a glass of Cabernet Sauvignon each and a big bottle of sparkling water.
Although salad and main courses were great, dessert was a complete disaster. So called bilberry cheesecake was prepared with dried bilberries instead of fresh or frozen. Therefore, the bitter taste of dried bilberry ruined the cheesecake. As they were not using fresh berries, it was impossible to prepare a berry sauce and instead they used chocolate sauce which makes you question the relevance. As if all this was not enough, it was accompanied by cherries. I believe the restaurant was aware how horrible the dessert was, so cherries were an apology. All in all, dessert was nothing like its name.
Such a fancy full course dinner for two costs 136 TL / 85 $ including wine. A little expensive but once in a while we deserve to make ourselves a favor. For Butcha, I strongly recommend having a reserved table especially for friday and saturday nights. If the traffic at Park Street scares you, I would like add that they have a valet parking service.
Monday, June 28, 2010
Shades Müzik – Tunalı Pasajı
Tunalı Hilmi caddesinde, Tunalı pasajının alt katında bulunan Shades, Ankara’nın sizi şaşırttığı ender zamanlardan / yerlerden biri. Bu ufak plakçı dükkanı, belki de dünya üzerinde bulunan türünün en güzel örneklerinden. Aslında sadece dükkan demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Burası bir müzik dinleme kültürü edinebileceğiniz yegâne yerlerden. Hele bir de müzik tutkunuysanız burası bir sığınak gibidir sizin için. Müthiş plaklar, yurtdışında fellik fellik aradığınız cd’ler, hepsini yanı başınızda bulursunuz. Aklınızda hiçbir şey olmasa bile girdiğinizde çalmakta olan müzik veya orada bulunan başka birinin tavsiyesiyle evinize müthiş bir keşifle uzun yıllar dinleyeceğiniz bir albüm ile dönmeniz muhtemel.
Bir de sahibi Süleyman Özyıldırım faktörü var tabii. Bu tip güzel insanlar sayesinde ülkemizin yeri bir ayrı oluyor zaten. Dükkana gelen herkesle ayrı ilgilenir, müthiş bir müzik bilgisi vardır. Aklınıza gelen, şimdiye kadar duyup sevdiğiniz her sanatçıyı sorabilirsiniz, hepsi hakkında bir fikri vardır. Yoksa da kıvırmaz bilmiyorum diye söyler. Bunun takibinde hemen laptop çıkar ve sanatçı internetten araştırılır. Yada nasıl bir şey dinlemek istediğinizi güzelce tarif ederseniz hemen raflardan bir albüm çıkartıp önünüze koyar. Bunun yanında beğenmediği bir albüm varsa çekinmeden söyler, istersen al ama bence güzel değil diye. Genelde de bu kategoriye giren albümler de zaten ortada değil çekmecelerde durur, soruldukları zaman ortaya çıkarlar.
Bu hızlı girişten sonra biraz yavaşlayıp olayın başka bir noktasından bahsetmek istiyorum. Bu tip “record shop”lar artık yurtdışında bile azalmaya başladı. Bunun da tek nedeni kapitalist sistemle büyüyen “megastore”lar. Bir kimlikten yoksun, fahiş fiyat ile alakalı/alakasız her şeyi satan bu yerlerle rekabet etmek ne yazık ki zor. Daha en başta bir record shop’u bulabilmek için özel alaka göstermelisiniz. Halbuki D&R gibi büyük megastore’ların her billboard’da reklamı vardır elinizle koymuş gibi bulursunuz. En kötü ya alışveriş merkezinin içinde denk gelirsiniz yada yolun ortasındaki koca bir binaya çöreklendikleri için gözünüzden kaçmaz. İçerisi ise ayrı bir şenlik zaten. Hayatında müzik bile dinlememiş adamlar müzik reyonunda bulunur. Bir heyecan 3-5 cd toplayıp gidersiniz bunları dinleyebilir miyim diye, mağaza kuralları gereği en fazla 2 cd dinletebiliyoruz efendim gibi bir cevapla karşılaşırsınız. Tüm bunların karşılığı 2-3 aylık taksit için midir yani...
Konudan fazla sapmadan ve daha fazla uzatmadan son olarak Shades’de satılan albümlerin dağılımından bahsetmek istiyorum. Öncelikle altını çizerek söylemek gerekir ki burada klasik müzik satışı yok. Bu aslında tamamen tercih meselesi ama bence haklı bir tercih. Yurt dışında bulunduysanız görmüşsünüzdür, sadece klasik müzik satan dükkanlar var. Çünkü klasik müzik inanılmaz geniş bir yelpaze, romantik dönem neoklasik dönem vs., bu nedenle apayrı bir arşivcilik olayı gerektiriyor. Bir de tabii ekstradan dinleme kültürü ve zamanı. Haliyle bu küçük dükkana ve tek bir kişiye bir de bunları sıkıştırmak olmazdı. Shades’de yoğunluklu olarak rock, blues ve jazz albümleri satılıyor. Zaman zaman da yerli sanatçıların albümleri destekleniyor. Bir çok indie ve elektronik albüme rastlamak da mümkün. Her 3 formatta da, cd-dvd-plak, albüm bulunuyor fakat SteepleChase, ECM gibi firmaların cd’leri veya ünlü caz klasiklerinin, The Black Keys, White Stripes gibi yenilerin, eski türk şarkıcıların - gavurlar buna psychedelic diyor- plakları daha yoğunluklu.
Bu güzel yerde karşılaşmak üzere.
Ankara’s very own little record shop, Shades, is located on Tunali Hilmi Street, inside the passage ‘Tunalı Pasaji’. It has a great archive in genres jazz and rock that can be found in CD or vinyl format. While drinking your instant coffee you can listen records from your favorite artists, unknown gems or even local artists. In the meantime enjoy chatting with the owner of the shop Mr. Süleyman who has a great knowledge and experience in recent music history. Also don’t forget to check out psychedelic vinyl’s from Turkish artists. This authentic shop obviously cannot be missed!
Saturday, June 26, 2010
Hatay @ Ankara Expo – 17-25 Haziran (June) 2010
Üniversiteden biricik sınıf arkadaşım Gülce ile AKM’de düzenlenen Hatay günlerine gittik. Ucunda en kötü ihtimalle künefe olması bizim için yeterli sebep oldu.
Açıkca söylemek gerekirse ben daha renkli olmasını bekliyordum fuarın. Belediye, valilik, turizm acentaları ve otellerin çok sayıda standı vardı. Belki bu sebeple biraz ruhsuz geldi bana. Yinede yöresel kumaşlar, takılar yada tatlara ilgi duyanlar için heyecan verici olabilir.
Genel olarak neler var derseniz, girişde sizi 3 koridorlu yiyecek ağırlıklı açık alan bekliyor. Yörenin lezzetleri olan oruk (bir çeşit köfte), içli köfte, künefe ve özel bir fırında pişen pide, burada tatmanız için sizi bekliyor. Ancak künefe için oluşan sırada beklemeye sabrınız olmalı, talep çok tahmin edebileceğiniz gibi. Bunların yanı sıra, benim çok sevdiğim kirece yatırılarak yapılan kabak tatlısı, nar ekşisi ve başta kekik olmak üzere çeşitli baharatları da bu kısımda bulabilirsiniz.
Binaya girdiğinizde ise, yöresel peynir, zeytinyağı ve salça satan standların yanısı sıra, el işlemeleri de oldukça fazla. İğne oyalarıyla işlenmiş yemeniler ve çeşitli takılar, yarı değerli taşlar meraklılarını bekliyor. Hatay’a özel olmamakla birlikte, sabundan yapılmış çeşitli meyvalar satılan stand, fuarın en renkli yeri.
Gelelim en özel standlara. Elbette ipek kumaşlar ve ipekten çeşitli aksesuarlar satanlar. Aldığınız şalın, koza halinden nasıl ipliğe ve daha sonra da el tezgahında dokunarak kumaşa dönüştüğüne şahit olmanız da mümkün.
Hatay Uzunçarşı’yı Ankara’ya getiren fuar, 30 Haziran Çarşamba’ya kadar meraklıları için AKM’de...
I went to Hatay Days Expo at AKM with my classmate Gülce from college. The idea of having künefe - a kind of dessert made with extra thin precooked dough and cheese – was enough to visit the expo.
Civil governments, tourism agencies and hotels at the area had many stand areas. Therefore expo was not as colorful as I have expected to tell the truth. On the other hand if you are interested in authentic clothes, accessories and tastes, it can be exciting to visit the expo.
At the entrance there is the 3 corridor open-air eating area. You can taste oruk and içli köfte (two different kinds of meatballs), künefe, and bread cooked at special ovens. In addition, my favorite pumpkin dessert, pomegranate sauce and spices including the best oregano you can find are sold at this area.
When you enter the building, in addition to cheese, olive oil, tomato and pepper paste stand areas, embroideries and accessories made from precious stones are available. Although it is not special for Hatay, the stand selling fruit shaped soaps are the most colorful spot of the expo.
I saved best to the end. There are many stands selling silk clothes. It is also possible to learn how cocoon becomes silk treads and then woven to cloth.
If you cannot visit Uzunçarşı at Hatay, you can visit the expo at AKM until Wednesday 30 June...
Live from Life! Italian Jazz
Jazz diyince belki akla gelen ilk ülke değil İtalya ama bu durum onların türün en iyi temsilcilerinden biri oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Kendilerine has sıcak Akdeniz sound’u ve yetenekli müzisyenleri ile İtalyan jazz’ı her zaman ateşli ve ilgi çekicidir.
Burada ise değinmek istediğim o müthiş mahzen klüpler. Taş duvarların arasında tiril tiril takım elbiseleriniz içinde etrafınızda rengarenk elbiseli İtalyan bayanlar ile bu müziğin keyfi kesinlikle bir başka. Yukarıdaki video’da da ünlü yönetmen Anthony Minghella’nın kamerasından bu anı yaşayabilirsiniz.
Hazır bu sahneyi koymuşken de tekrar hatırlatalım eğer hala Minghella’nın bu 2.5 saatlik baş yapıtını izlemediyseniz, havalarda hazır böyle kötü gidiyorken, bir akşamınızı Jude Law’un muhteşem oyunculuğu eşliğinde bu etkileyici gerilim filmine bırakın. Pişman olmayacaksınız.
The Talented Mr. Ripley
http://fizy.com/#s/1aprwn
Maybe Italy isn’t famous with its Jazz music but they are certainly very successful in this genre. Their exclusive Mediterranean sound and talented artists always make Italian jazz very intriguing.
But in this post, I want to talk about the amazing vault clubs in Italy. Behind the stone walls, while wearing your fine Italian suit and surrounded by passionate Italian woman the jazz music is certainly more delightful. You can live this moment from the camera of famous director Anthony Minghella in the above video.
By the way, if you still didn’t watch the Minghella’s two-and-a-half hour masterpiece, The Talented Mr. Ripley, maybe it’s the right time. Spare your evening to this mesmerizing thriller movie along with fascinating acting performance from Jude Law. You won’t regret it!
Saturday, June 19, 2010
Cafe des Cafes – Tunalı Hilmi Caddesi (Street) No: 83
Havalar ısınmış, indirimler başlamışken Tunalı’da bir soluk alma ihtiyacı duyarsanız, Cafe des Cafe köşe başından hemen önce bordo brandası, tahta iskemleleri ve renkli çiçekleriyle sizleri bekliyor olacak.
You are at Tunalı Hilmi Street, the weather is hot and you wanted to chill. Shopping is tiring enough and all those bags are hard to carry. Do not panic! Here is what you need, keep on reading…
Wednesday, June 16, 2010
Upcoming Events 1: Lars Danielsson
Tuesday, June 15, 2010
Sanatsal Cam Sergisi / Glass Art Exhibition: 8 – 17 Haziran (June) 2010
Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi – Kennedy Cad. No:4 Kavaklıdere
Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki Sanatsal Cam Sergisi’ni sevgili annem ve Washingtonian ile beraber gezdik. Cam Dostları Grubu ve Ankara Arda Sanat Galerisi’nin ortak girişimiyle Çankaya Belediyesi sponsorluğunda gerçekleşen ve küratörlüğünü Ender Başaran’ın yaptığı etkinlik Türkiye’de bir ilk. Sergi 71 sanatçının ve Dokuz Eylül, Marmara, Mimar Sinan, Eskişehir Anadolu, Akdeniz Üniversitelerinin katılımıyla gerçekleşmiş. Eserlerin bir bölümü koleksiyon parçası olmakla birlikte satışta olan parçalar da mevcut. Siz ziyaret ettiğinizde nasıl hislerle ayrılırsınız bilemiyorum ancak, biz çok etkilendik!
MÖ 5500 yıllarında başlayan kum ve ateşin aşkı, farklı yerlere savrulurken başkalaşmış, güzelleşmiş ve o yerlerin adıyla anılan teknikleri yaratmış. Benim için serüveninin en ilgi çekici kısmı Fatih Sultan Mehmet döneminde başlıyor. Bu dönemde Bizans’a yardıma gelen Venediklilerin, cam ustalarını götürüp Murano Adası’nda üretime başlamasıyla ‘Murano Camı’ ortaya çıkar. 18. Yüzyıla gelindiğinde, 3. Selim Mevlevi derviş Mehmet Dede’yi Venedik’e cam işleme tekniklerini öğrenmesi için gönderir ve böylece dünyaca ünlü ‘Çeşm-i Bülbül’ sanatı ortaya çıkar. Günümüzde, cam hala yüzyıllar önceki gibi özel kum ve kaya çeşitlerinin yüksek sıcaklıkta eritilip, soğutulmaya bırakılmasıyla hayat buluyor.
Çankaya Municipality Çağdaş Sanatlar Merkezi – Kennedy Street No: 4 Kavaklıdere
The love of sand and fire started around 5500 B.C. Through its journey, it changed, refined and created new techniques. To me, the most important part of the journey starts with Fatih Sultan Mehmet (Ottoman Emperor 1451-1481) era. During the period Venations coming to help Byzantines, took some glass artists together with them and started production at the island of Murano, which than became the famous ‘Murano Glass’. At 18th century Sultan 3rd Selim (Ottoman Emperor 1761-1808) sent Mehmet Dede to Venice to master glass techniques and world famous ‘Çeşm-i Bülbül’ was created. Today, glass is still produced by melting sand at high temperatures and then cooling down.
Monday, June 14, 2010
ÇITIR SİMİT – Turan Güneş Bulvarı (Boulevard)
Gelelim neler yediğimize… Açık büfe sistemiyle hizmet veriyor Çıtır Simit. Büfe 8 çeşit peynirle başlıyor. Dilimlenmiş salatalık, domates, en tazesinden yeşillikler, çeşitli şarküteri ürünleri, 6 çeşit zeytin, reçeller, bal ve kaymağın ardından sıcaklar geliyor. Kızartmalar, sosis ve börekler mevcut. Kendi üretimleri ekmek, poğaça ve simit dışında mevsim meyveleri de bulunuyor büfede. Masanıza gitmeden yumurtanızı ve gözlemenizi sipariş edip, taze sıkılmış portakal suyunuzu da alıyorsunuz. Sürekli dolaşan garsonlar çayınızı tazelerken mis gibi havada gazete keyfi yapıyorsunuz…
Saturday, June 12, 2010
Casita – Filistin Sokak (Street)
Mükemmel bir akşama mükemmel bir başlangıç için Casita doğru adres. İlk yerini İstanbul’da açan Casita tadı yerinde yemekleri ile büyük bir kitlenin beğenisi kazanmış ve İstanbul’da birçok şubenin yanısıra Bodrum’da da bir şube açmış. Son durak ise Ankara Filistin Sokak olmuş.
Dekorasyon klasik öğeleri ve modern çizgileri biraraya getirmiş. Sarı ve beyaz renkler hakim; ancak objelerdeki renkler monotonluğu önlemiş. Hemen girişteki kırmızı eski tartı ve yanındaki piknik yeri masası bize eskileri hatırlatan detaylardan.
İçerideki sarı kanepe ve yanlarındaki koltuklar arkadaşlarla buluşup kahveleri yudumlarken keyifle sohbet etmek için ideal nokta. Hemen karşısındaki sarı vazo ve çiçekler de en az kanepe kadar etkileyici. Tuvaletlere giderken ise uzunca bir koridor var. Solunuzdaki duvar siyah beyaz fotoğraflar, sağınızdaki ise duvar içi boşluklardan yumuşak bir ışıkla aydınlatılmış. Böylece iç dekorasyonun devamlılığı burada da sağlanmış.
Gelelim yemeklere... Öncelikle müessesenin ikramı başlangıçlar geliyor masaya. O güzel kokusunu alabileceğiniz yeşil kalamata yada doğranmış zeytinlerin yanı sıra minik börek benzeri kıymalı ince uzun atıştırmalıklar ve sosları. O akşam uzunca bir yemek planladığımızdan, bir başlangıç seçelim dedik ve tabiki seçmekte zorlandığımızdan, iki kişilik hemen hemen tüm çeşitleri barındıran ‘Fış Fış Kayıkçı’yı pek ilgili garsonumuzun da önerisiyle seçtik. İçinde ‘Külleme’ (sıcak servis edilen közlenmiş patlıcan, hafif sarımsaklı), ‘Zebzeli Börek’ (mantar, havuç, kabak ve fasulyeli, soya sosuyla mükemmel, uyduruk Çin böreklerinden sonra ilaç gibi geliyor), ‘Bodrum Güzeli’ (peynir dolgulu kabak çiçeği dolması, kızartılmış, anneannemin kabak çiçeği dolmasından bile güzel!), ‘Güveçte Sarımsaklı Mantar’ (yanılmıyorsam kestane mantarı, bu sebeple kendine has kokusu ve aroması var) ve ‘İçli Köfte’ (dana etli, malzemeden kaçılmamış ve ilk defa yağsız yemek kısmet olan çeşidi) mevcut. Böyle bir ziyafeti suyla geçiştirmek istemedik ve bir şişe de ‘Montes Malbec’ açtık. Şarap menüsü çok daha geniş olan birçok yerde karaf mevcut değilken, Casita biz istemeden şarabımızı Karaf ile servis etti. Sonunda doğru dürüst havalanmış bir şarap kısmet oldu bize de.
Sırada ana yemeklerimiz. Ben ‘Pampa’ (bonfile dilimleri üzerinde sebzeli pampa sos ve yanında patates kızartmaları) ile ‘Fajita’ (eminim Casita versiyonu bambaşka) arasında kalmışken Casita’ların sahibi Haluk Tanrıverdi yardımıma yetişti ve şarap seçimimize ‘Pampa’nın daha uygun olacağını söyleyerek beni bu çıkmazdan kurtardı. Az pişmiş istediğim bonfilelerim, gerçekten az pişmiş geldiler (nedenini anlayamadığım şekilde Butcha hariç hiçbir yerde henüz az pişmiş yemeyi başaramadım).
Sevgili Kralım ise daha önce bir bölümünü tatma fırsatını yakaladığımız mantıların artık tamamını test etmeye karar vererek ‘Trio’ sipariş etti. Yemeği ile o kadar mutluydu ki ‘nasıl?’ sorusuna son derece memnun bir yüz ifadesiyle ‘güzel’ yanıtını verdi.
Tatlıya geldiğimizde artık midemiz fazlasıyla dolmuş olsada yinede geceyi eksik bitirmek istemedik. Tatlı için bize eşlik eden sevgili Washingtonian ve Onur ile ‘Kağıt Bebek’, ‘Dondurmalı Krep Harika’ ve ‘Huysuz Virjin Tatlısı’ paylaştık. Masanın favorisi oybirliği ile ‘Kağıt Bebek’ seçildi. Tatlılarda fazla detaya girmiyorum, biraz merak iyidir.
To start a perfect night with a perfect beginning, Casita is the place. Casita started bussiness in İstanbul, and with its quality food gained the appreciation of many people. Besides its branches in İstanbul, it also has one at Bodrum. The last stop for Casita is Ankara Filistin Street branch.
Decoration combines both classic and modern styles. Mostly yellow and white is used; however monotonocity is prevented with the use of many colorful objects. The red antique scale and the table with banks remind us the good old days.
Inside, the yellow sofa and accompanying chairs is a nice point to meet friends and chat while enjoying a cup of coffee. Right across, the yellow vase and the flowers inside are as equally inspiring. There is a corridor on the way to the restrooms. The wall on your left is decorated with black & white photos while the one on your right has cuts inside the wall which provide a soft lighting for the place. As a result the continuity of the interior design is provided at this area too.
Lets talk about food. Firstly comlementary starters arrive. In addition to kalamata olives, mini boreks with minced meet filling with their souce are served. As we were planning a hours long dinner that night, we decided to order a starter and as we couldn’t choose among them, we ordered ‘Fış Fış Kayıkçı’ which is platter for two including some from most of the plates. Included ‘Külleme’ (roasted eggplant served warm with a little touch of garlic), ‘Zebzeli Börek’ (mushroom, carrots, zucchini and beans with soy souce), ‘Bodrum Güzeli’ (fried zucchini blossoms filled with cheese, even better than grandma’s!) ‘Mushroom Caserole’, ‘İçli Köfte’ (Cracked wheat balls with minced meet filling, luckily includes wallnuts). As we didn’t want to spend such a feast without wine, we ordered a bottle of ‘Montes Malbec’. At most of the restaurants having a larger wine menu, a carafe is not available but Casita served our wine with carafe.
Now its time for main courses. While I was in between ‘Pampa’ (sirlion steak slices served with vegetable souce accompanied with french fries) and ‘Fajita’, the owner Haluk Tanrıverdi came for help and by suggesting ‘Pampa’ saved me. I was very happy as I was able to have rare steak as I have ordered finally in Ankara.
My dear King had ‘Trio’ which includes three kinds of mantı (mini dumplings with various fillings). He was so satisfied with his dinner that he answered the question ‘how was it?’ by saying ‘nice’ with a satisfied expression.
When it was dessert time although we were too full we didn’t want to leave without it. For dessert we have ordered ‘Kağıt Bebek’, ‘Dondurmalı Krep Harika’ and ‘Huysuz virjin Tatlısı’ to share with dear Washingtonian and Onur. With unanimity, ‘Kağıt Bebek’ was voted the best among three. I am not going into detail for dessert to make you curious.
NUM NUM – CAFÉ & RESTAURANT – PANORA
Num Num, aşağı yukarı ayda bir kere ziyaret ettiğimiz bir yer. Num Num dediğimizde aklımıza önce kocaman ve çok lezzetli burgerleri, dev pizzaları ve ev yapımı harika içecekleri geliyor.
Dekorasyon rahat etmenizi, gözünüz bara takıldığında gülümsemenizi sağlarken, ışıklandırma gözünüzü kesinlikle yormuyor ve tahta panellerin arasından sızan yeşil ve kırmızı hafif ışıklar tuhaf bir şekilde çok huzurlu hissetmenizi sağlıyor. Garsonlar her zaman güleryüzlü ve işlerini sevdiklerini size hissettiriyorlar. Halkla ilişkiler sorumluları ise aynı şekilde çok güleryüzlü, mutlu ve son derece yardımcılar. Hatta bazen sizi üzen birşey olduğunu fark edip, bir şekilde sizi dolaylı yoldan gülümsetmeyi başarıyorlar.
Sanırım artık yemeklerden bahsetme vakti… Şimdiye kadar Num Num’da lezzeti kötü birşeye hiç rastlamadık. Geçen yaz terasta bir öğlen makarna yerken alıştığım dev porsiyonların aksine ufak bir porsiyon makarna yemiş olmamın dışında hiç hayal kırıklığı yaşamadım. Bu durumun ardından birer dilek & şikayet formu doldurduk ve bir hafta içinde doldurulan formlara özel yazılmış olduğu belli olan birer cevap e-postası aldık. Açıkçası bu kadar ilgileneceklerini hiç düşünmemiştik. E-postada porsiyonlarla ilgileneceklerini yazmışlardı ama henüz tekrar denemeye cesaret edemedim çünkü oraya her gittiğimizde gözümüz açlıktan dönmüş oluyor.
Hala yemeklere gelememişim… Bu sefer Blue Bacon Cheeseburger, Egeli Salata (kocaman boy), elmalı buzlu çay (ev yapımı) ve Efes Dark vardı siparişlerimizde. Sevgili Kral’ım cheeseburgerin en az İstanbul Num Num kadar lezzetli olduğunu, tek farkının mavi peynir sosunun akışkanlığı olduğunu soyledi. Beraberindeki coleslaw'a (lahanalı bir çeşit salata) kendi salatamdan bir çatal aldıktan sonra baktığımda ise yerinde yeller esiyordu… Ardından gelen yorum ise, ‘buradakini yedikten sonra coleslaw heryerde yavan geliyor’ şeklinde oldu. Sevenlere duyurulur… Gelelim benim salatama, heryerde ezine diyerek pazarlama girişiminde bulunulan uyduruk peynirlerden değildi tabiki salatamdaki… Tam yağlı, yumuşacık, tadı tam kıvamında ezine peyniri hafif fesleğenli ve zeytinyağlı bir sosla marine edilmişti. Akdeniz yeşilliklerimin üzerinde ise çok lezzetli fakat buna rağmen hala hafif kalmiş bir sos... Her ne kadar bu salata soslari, o masum otlari bir porsiyon kebap kalorisine yaklaştırsada bu salatadaki lezzet bileşkesi kesinlikle sizi pişman edecek türden değil. Sırada, buzlu çay... Ben hazır meşrubatlardan pek hazetmediğimden, genellikle ya su/soda yada taze meyva sularını tercih ediyorum. Bu durum Num Num’da tabi ki değişiyor. Onlar harika taze meyva suyu karışımlarının yanısıra, buzlu çay konusunda da oldukça başarılılar, az şekerli olmaları da cabası. Henüz yaza biraz daha vakit olduğundan herzamanki kırık buzlu versiyonunun yerine az buzlu istedim. Kesinlikle hata etmişim, bu adamlar işlerini biliyor ve gerçekten hiç karışmamak kesinlikle en iyisi. Önünüze gelecek şey zaten mümkün olan en mükemmel halinde oluyor her zaman… Tüm bu saydıklarıma ek olarak bir de su içtik ve toplam hesap 50.25 TL oldu. Servis, yemeklerin malzeme kalitesi, lezzeti gibi tüm faktörleri göz önüne aldığımızda ve fiyat/performans oranlaması yaptığımızda, 1’e eşit yada 1’den küçük çıkar. Henüz gitmeyenlere en kısa zamanda uğramalarını tavsiye ediyoruz. Her zamankinden biraz fazla aç gitmenizde fayda var, yada baştan tamamını bitiremeyeceğinizi kabullenebilirsiniz .
We visit Num Num about once a month. When we think of the place, first things that pop in our mind are their huge and delicious burgers, XL pizzas and house drinks.
Decoration makes you feel comfortable, when the bar catches your eye, you smile reflexively. Lighting is never tiring and little red and green lights coming from the wooden wall panels make you feel surprisingly more tranquil. Waiters / waitresses are always smiling and you can feel that they love their job. Guest relations personnel are as well debonair, happy and helpful. Even when they feel you are a little sad, they find a way to cheer you up.
I guess it is time to start talking about food… Until today we never had something tasting savorless at Num Num. Last summer, while we were having lunch at its magnificent terrace I ordered a pasta plate, which was unusually small, that was my only disappointment. Following that, we filled out request & complaint forms and within a week they e-mailed us back. We never thought they would take the forms this serious. It was very obvious that the e-mails were written as an answer for the specific forms and said they would take care of the portioning. However, I never tried a pasta plate again, as I was always too hungry when I went there.
I still couldn’t talk about the food… This time we ordered Blue Bacon Cheeseburger, Aegean Salad (huge size), Apple flavored ice-tea (house) and Efes Dark (beer). My dear King told me cheeseburger was at least as good as İstanbul Num Num and the only difference was the cheese sauce being a little less thick. The coleslaw was gone while I tasted the salad… The comment was ‘after having this coleslaw, others are insipid’. My salad had a feta topping, but it is a special type of feta produced at the North-West of Turkey (Ezine feta). It was also marinated with basil and olive oil sauce. On my mixed green salad there was the most delicious but still light salad dressing I have ever tasted. Although salad dressings turn the innocent greens into calorie bombs, you will never regret eating this one. Next, is the apple flavored ice-tea. As I don’t like most of the colorful and tasteless beverages, I prefer water (still / sparkling) or fresh juices. However, at Num Num things are different. Apart from their wide range of fresh juice mixes, they also prepare great ice-teas with very little sugar. As there is still some time until summer, I preferred to have my ice-tea with a few cubes of ice rather that crushed ice. That was big a mistake; these guys absolutely know what they are doing, so it is better if you don’t intervene. What they serve is already in its best form possible… In addition to what I have mentioned, we had a small bottle of still water and the bill was 50.25 TL (~ 34 $). Considering the service, quality and taste, the price/performance ratio is smaller than or equal to 1. If you haven’t dined at Num Num yet, we strongly suggest it. It is better if you go there when you are hungry or you should admit you will not be able to finish all of your plate before you start