Wednesday, June 30, 2010

Butcha – The Butcher Shop & Steakhouse

Dr.Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi
Park Caddesi (Street)

Alımcı Park Villaları 15/2

Çayyolu Ankara

Tel: +90 312 241 45 43


Geçen yüzyıl sevgili Obstinate King’i götürmek üzere söz verdiğim Butcha’ya gitmeyi sonunda başardık. Bu süre içinde benim hayvansal protein diyeti yapmamın, onun finalleri olmasının, İzmir’den gelmesini beklediğimiz arkadaşımızın haftalar sonra ‘hadi siz gidin sonra da beraber gideriz’ demesinin çok etkisi olsada, erkek milletinin ferdi olarak olarak beni kurban seçip, bu akşam nereye gitsek sorusu her gündeme geldiğinde imalı sözlere maruz kaldığımı ve başımın etinin yendiğini de burdan tüm dünyaya duyurmak istiyorum!


Konumuza gelecek olursak; Ankara’da eti en sade haliyle yiyebileceğiniz sanırım tek yer burası. Davetkar ve sade dekorunun yanı sıra açık mutfak ve iyi havalandırılmış ortam iştahınızı açıyor. Etin seçtiğiniz bölümünü istediğiniz gibi pişiriyorlar ve yanında sosu, kızarmış patatesler ve haşlanmış sebzeler ile servis ediyorlar. İstediğiniz gibi pişiriyorlar derken, gerçekten öyle. Az pişmiş istediğim etimi, az pişmiş yiyebildiğim Ankara’daki tek yer Butcha. Bunun yanı sıra, kasap bölümünden aynı etleri ve daha fazlasını da satın alabiliyorsunuz. Daha fazlası kısmına yıllandırdıkları etler de dahil.

Siz neler yediniz derseniz, kırmızı soğanlı roka salatası (biz soğansız yapmalarını istedik) ile başladık. Salata balzamik sos ve üzerinde parmesan dilimleri ile servis ediliyor (Fotoğrafı çekmek salatanın yarısını yedikten sonra aklımıza geldiğinden parmesanları göremiyorsunuz  ).



Ana yemek için ise dana bonfile (200 gr) ve New York steak (350 gr) sipariş ettik. Standart bir porsiyondan daha fazla olduğu için et miktarları biraz aç gitmenizi, yemeğe saldırmamak için de bir başlangıç sipariş etmenizi öneriyorum. Yemeğimize eşlik etmesi için de birer kadeh Carbernet Sauvignon ve bir büyük şişe de Uludağ soda sipariş ettik.


Salata ve ana yemeklerimizden memnun kaldıysak da tatlı tam bir fiyaskoydu. Yabanmersinli cheesecakede taze yada donmuş yabanmersini yerine kuru yabanmersini kullanmışlar. Kuru yabanmersinindeki acımsı burukluk da dolayısıyla tadı bozmuş. Taze meyva kullanmadıklarından üzerine de yabanmersini sosu dökülememiş ve bu açık çikolata sosu ile kapatılmaya çalışılmış. Yanına ise kirazlar konulmuş, sanki cheesecake korkunç biliyoruz o yüzden kirazlar belki ağzınızı tatlandırır der gibi. Özetle tatlı, isminin vadettiği hiçbirşeyi sunmadı ve hayal kırıklığı yarattı.



İki kişilik böyle bir akşamın başlangıç, ana yemekler tatlı ve birer kadeh şarap dahil maliyeti 136 TL. Biraz pahalı ancak, arada kendimizi (midemizi) şımartmak hakkımız sanırım. Butcha için rezervasyon yaptırmanızı kesinlikle tavsiye ederim, özellikle de cuma ve cumartesi akşamları için. İyi hoş ama Park Caddesi’nin inanılmaz trafiğine girmek gözümde büyüyor diyenler için de vale hizmeti olduğunu eklemek isterim.

Last century, I promised to take Obstinate King to Butcha, but until today due to many distractions we were unable to go. At this period there were many reasons which kept us from visiting the place such as; me, having only vegetable based protein, his coming finals and waiting for a friend from İzmir. However, as a man, he needed to find someone to blame and guess who was that? He bit my head of every single time we were going out for dinner!

I should better start talking about the topic. Butcha is probably the only place you can have a decent steak in Ankara. In addition to its inviting decoration, the well ventilated kitchen enables you to see how your steak is cooked. Part of the veal that you desire is cooked in the way you like and served with boiled veggies and fries. By the way, from the butcher section, you can buy steak and more including aged meat.


If you ask about what we had, we started with rocket salad with red onions. It is served with balsamic sauce and parmesan slices on top (As I remembered to take the photo after having half of the salad, unfortunately you cannot see the parmesan slices  ). We ordered veal steak fillet (200 gr) and New York steak (350 gr). As portions are a little bigger than standard, I suggest you to go hungry and order a starter first in order not to eat the steak too fast and be able to enjoy it. We also ordered a glass of Cabernet Sauvignon each and a big bottle of sparkling water.


Although salad and main courses were great, dessert was a complete disaster. So called bilberry cheesecake was prepared with dried bilberries instead of fresh or frozen. Therefore, the bitter taste of dried bilberry ruined the cheesecake. As they were not using fresh berries, it was impossible to prepare a berry sauce and instead they used chocolate sauce which makes you question the relevance. As if all this was not enough, it was accompanied by cherries. I believe the restaurant was aware how horrible the dessert was, so cherries were an apology. All in all, dessert was nothing like its name.

Such a fancy full course dinner for two costs 136 TL / 85 $ including wine. A little expensive but once in a while we deserve to make ourselves a favor. For Butcha, I strongly recommend having a reserved table especially for friday and saturday nights. If the traffic at Park Street scares you, I would like add that they have a valet parking service.

Monday, June 28, 2010

Shades Müzik – Tunalı Pasajı


Tunalı Hilmi caddesinde, Tunalı pasajının alt katında bulunan Shades, Ankara’nın sizi şaşırttığı ender zamanlardan / yerlerden biri. Bu ufak plakçı dükkanı, belki de dünya üzerinde bulunan türünün en güzel örneklerinden. Aslında sadece dükkan demek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Burası bir müzik dinleme kültürü edinebileceğiniz yegâne yerlerden. Hele bir de müzik tutkunuysanız burası bir sığınak gibidir sizin için. Müthiş plaklar, yurtdışında fellik fellik aradığınız cd’ler, hepsini yanı başınızda bulursunuz. Aklınızda hiçbir şey olmasa bile girdiğinizde çalmakta olan müzik veya orada bulunan başka birinin tavsiyesiyle evinize müthiş bir keşifle uzun yıllar dinleyeceğiniz bir albüm ile dönmeniz muhtemel.

Bir de sahibi Süleyman Özyıldırım faktörü var tabii. Bu tip güzel insanlar sayesinde ülkemizin yeri bir ayrı oluyor zaten. Dükkana gelen herkesle ayrı ilgilenir, müthiş bir müzik bilgisi vardır. Aklınıza gelen, şimdiye kadar duyup sevdiğiniz her sanatçıyı sorabilirsiniz, hepsi hakkında bir fikri vardır. Yoksa da kıvırmaz bilmiyorum diye söyler. Bunun takibinde hemen laptop çıkar ve sanatçı internetten araştırılır. Yada nasıl bir şey dinlemek istediğinizi güzelce tarif ederseniz hemen raflardan bir albüm çıkartıp önünüze koyar. Bunun yanında beğenmediği bir albüm varsa çekinmeden söyler, istersen al ama bence güzel değil diye. Genelde de bu kategoriye giren albümler de zaten ortada değil çekmecelerde durur, soruldukları zaman ortaya çıkarlar.



Bu hızlı girişten sonra biraz yavaşlayıp olayın başka bir noktasından bahsetmek istiyorum. Bu tip “record shop”lar artık yurtdışında bile azalmaya başladı. Bunun da tek nedeni kapitalist sistemle büyüyen “megastore”lar. Bir kimlikten yoksun, fahiş fiyat ile alakalı/alakasız her şeyi satan bu yerlerle rekabet etmek ne yazık ki zor. Daha en başta bir record shop’u bulabilmek için özel alaka göstermelisiniz. Halbuki D&R gibi büyük megastore’ların her billboard’da reklamı vardır elinizle koymuş gibi bulursunuz. En kötü ya alışveriş merkezinin içinde denk gelirsiniz yada yolun ortasındaki koca bir binaya çöreklendikleri için gözünüzden kaçmaz. İçerisi ise ayrı bir şenlik zaten. Hayatında müzik bile dinlememiş adamlar müzik reyonunda bulunur. Bir heyecan 3-5 cd toplayıp gidersiniz bunları dinleyebilir miyim diye, mağaza kuralları gereği en fazla 2 cd dinletebiliyoruz efendim gibi bir cevapla karşılaşırsınız. Tüm bunların karşılığı 2-3 aylık taksit için midir yani...

Konudan fazla sapmadan ve daha fazla uzatmadan son olarak Shades’de satılan albümlerin dağılımından bahsetmek istiyorum. Öncelikle altını çizerek söylemek gerekir ki burada klasik müzik satışı yok. Bu aslında tamamen tercih meselesi ama bence haklı bir tercih. Yurt dışında bulunduysanız görmüşsünüzdür, sadece klasik müzik satan dükkanlar var. Çünkü klasik müzik inanılmaz geniş bir yelpaze, romantik dönem neoklasik dönem vs., bu nedenle apayrı bir arşivcilik olayı gerektiriyor. Bir de tabii ekstradan dinleme kültürü ve zamanı. Haliyle bu küçük dükkana ve tek bir kişiye bir de bunları sıkıştırmak olmazdı. Shades’de yoğunluklu olarak rock, blues ve jazz albümleri satılıyor. Zaman zaman da yerli sanatçıların albümleri destekleniyor. Bir çok indie ve elektronik albüme rastlamak da mümkün. Her 3 formatta da, cd-dvd-plak, albüm bulunuyor fakat SteepleChase, ECM gibi firmaların cd’leri veya ünlü caz klasiklerinin, The Black Keys, White Stripes gibi yenilerin, eski türk şarkıcıların - gavurlar buna psychedelic diyor- plakları daha yoğunluklu.


Bu güzel yerde karşılaşmak üzere.



Ankara’s very own little record shop, Shades, is located on Tunali Hilmi Street, inside the passage ‘Tunalı Pasaji’. It has a great archive in genres jazz and rock that can be found in CD or vinyl format. While drinking your instant coffee you can listen records from your favorite artists, unknown gems or even local artists. In the meantime enjoy chatting with the owner of the shop Mr. Süleyman who has a great knowledge and experience in recent music history. Also don’t forget to check out psychedelic vinyl’s from Turkish artists. This authentic shop obviously cannot be missed!

Saturday, June 26, 2010

Hatay @ Ankara Expo – 17-25 Haziran (June) 2010

Atatürk Kültür Merkezi (AKM) – Ulus


Üniversiteden biricik sınıf arkadaşım Gülce ile AKM’de düzenlenen Hatay günlerine gittik. Ucunda en kötü ihtimalle künefe olması bizim için yeterli sebep oldu.


Açıkca söylemek gerekirse ben daha renkli olmasını bekliyordum fuarın. Belediye, valilik, turizm acentaları ve otellerin çok sayıda standı vardı. Belki bu sebeple biraz ruhsuz geldi bana. Yinede yöresel kumaşlar, takılar yada tatlara ilgi duyanlar için heyecan verici olabilir.


Genel olarak neler var derseniz, girişde sizi 3 koridorlu yiyecek ağırlıklı açık alan bekliyor. Yörenin lezzetleri olan oruk (bir çeşit köfte), içli köfte, künefe ve özel bir fırında pişen pide, burada tatmanız için sizi bekliyor. Ancak künefe için oluşan sırada beklemeye sabrınız olmalı, talep çok tahmin edebileceğiniz gibi. Bunların yanı sıra, benim çok sevdiğim kirece yatırılarak yapılan kabak tatlısı, nar ekşisi ve başta kekik olmak üzere çeşitli baharatları da bu kısımda bulabilirsiniz.



Binaya girdiğinizde ise, yöresel peynir, zeytinyağı ve salça satan standların yanısı sıra, el işlemeleri de oldukça fazla. İğne oyalarıyla işlenmiş yemeniler ve çeşitli takılar, yarı değerli taşlar meraklılarını bekliyor. Hatay’a özel olmamakla birlikte, sabundan yapılmış çeşitli meyvalar satılan stand, fuarın en renkli yeri.


Gelelim en özel standlara. Elbette ipek kumaşlar ve ipekten çeşitli aksesuarlar satanlar. Aldığınız şalın, koza halinden nasıl ipliğe ve daha sonra da el tezgahında dokunarak kumaşa dönüştüğüne şahit olmanız da mümkün.



Hatay Uzunçarşı’yı Ankara’ya getiren fuar, 30 Haziran Çarşamba’ya kadar meraklıları için AKM’de...



I went to Hatay Days Expo at AKM with my classmate Gülce from college. The idea of having künefe - a kind of dessert made with extra thin precooked dough and cheese – was enough to visit the expo.


Civil governments, tourism agencies and hotels at the area had many stand areas. Therefore expo was not as colorful as I have expected to tell the truth. On the other hand if you are interested in authentic clothes, accessories and tastes, it can be exciting to visit the expo.


At the entrance there is the 3 corridor open-air eating area. You can taste oruk and içli köfte (two different kinds of meatballs), künefe, and bread cooked at special ovens. In addition, my favorite pumpkin dessert, pomegranate sauce and spices including the best oregano you can find are sold at this area.


When you enter the building, in addition to cheese, olive oil, tomato and pepper paste stand areas, embroideries and accessories made from precious stones are available. Although it is not special for Hatay, the stand selling fruit shaped soaps are the most colorful spot of the expo.


I saved best to the end. There are many stands selling silk clothes. It is also possible to learn how cocoon becomes silk treads and then woven to cloth.

If you cannot visit Uzunçarşı at Hatay, you can visit the expo at AKM until Wednesday 30 June...

Live from Life! Italian Jazz



Jazz diyince belki akla gelen ilk ülke değil İtalya ama bu durum onların türün en iyi temsilcilerinden biri oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Kendilerine has sıcak Akdeniz sound’u ve yetenekli müzisyenleri ile İtalyan jazz’ı her zaman ateşli ve ilgi çekicidir.

Burada ise değinmek istediğim o müthiş mahzen klüpler. Taş duvarların arasında tiril tiril takım elbiseleriniz içinde etrafınızda rengarenk elbiseli İtalyan bayanlar ile bu müziğin keyfi kesinlikle bir başka. Yukarıdaki video’da da ünlü yönetmen Anthony Minghella’nın kamerasından bu anı yaşayabilirsiniz.

Hazır bu sahneyi koymuşken de tekrar hatırlatalım eğer hala Minghella’nın bu 2.5 saatlik baş yapıtını izlemediyseniz, havalarda hazır böyle kötü gidiyorken, bir akşamınızı Jude Law’un muhteşem oyunculuğu eşliğinde bu etkileyici gerilim filmine bırakın. Pişman olmayacaksınız.


The Talented Mr. Ripley

Bir ek: Oburcan'in tavsiye ettiği bu şarkının başka bir versiyonunu da aşağıdaki bağlantıdan dinleyebilirsiniz. Her versiyon ayrı güzel cidden.

http://fizy.com/#s/1aprwn


-------------------------------------------------------------------------------

Maybe Italy isn’t famous with its Jazz music but they are certainly very successful in this genre. Their exclusive Mediterranean sound and talented artists always make Italian jazz very intriguing.

But in this post, I want to talk about the amazing vault clubs in Italy. Behind the stone walls, while wearing your fine Italian suit and surrounded by passionate Italian woman the jazz music is certainly more delightful. You can live this moment from the camera of famous director Anthony Minghella in the above video.

By the way, if you still didn’t watch the Minghella’s two-and-a-half hour masterpiece, The Talented Mr. Ripley, maybe it’s the right time. Spare your evening to this mesmerizing thriller movie along with fascinating acting performance from Jude Law. You won’t regret it!


Saturday, June 19, 2010

Cafe des Cafes – Tunalı Hilmi Caddesi (Street) No: 83

Tunalı Hilmi Caddesi’nde sıcak bir gün, hem bir şeyler yemek hem de biraz serinlemek istediniz. Binalar da üzerinize geldi. Zaten alışveriş de yordu, birde torbalar var. Panik yok! İşte tam istediğiniz şey, okumaya devam edin…



Yaz sıcağında şehrin ortasında kaçacak yer ararken, Cafe des Cafes size ummadığınız bir sürpriz yapabilir. Cadde tarafındaki iki minik masaya aldanmayın. İçeri girin, basamakları çıkarken etrafınıza bakınmayı unutmayın. Sizi güler yüzle karşılayan garsonları geçince, biraz ilerleyince arka kısımdaki kış bahçesine geliyorsunuz. Bahsettiğim bu ferah kış bahçesi sandıysanız, çok acele ettiniz demektir. Sağınıza dönünce dışarı açılan mini bahçe hemen oracıkta. Ortadaki kocaman masa kalabalık buluşmalar için harikayken kenarlardaki beyaz masalar birkaç kişilik buluşmalar için ideal. Dileklere inananlar için birde dilek ağacı var. Gözünüzün kaldığı bluz için belki bir parça bez bağlamak istersiniz.



Serinlemek için gelmiştik değil mi? Benim buradaki favori yazlık içeceğim zencefilli naneli limonata ancak, geçen gün Obstinate King ile gittiğimizde taze karadut suyu içtim, kesinlikle tavsiye ediyorum. Gelelim neler yediğimize. Cafe des Cafes aslında bizim yaz kış sürekli gittiğimiz bir yer çünkü evimden 10 dakika yürüyüş mesafesinde ve harika yemekleri var. Dolayısıyla şimdiye kadar menünün tamamını tattım diyebilirim. Hepsinden bahsedemeyeceğim için, bugün sadece son gidişimizde yediklerimden bahsedeceğim. Ben avokado salatası sipariş ettim. Yeşilliklerin üzerinde zarlarından ayrılmış portakallar, hafif pembeleştirilmiş çam fıstıkları, mısır taneleri, avokado dilimleri ve minik domatesler konulmuş. Sosunda ise hardal, zeytinyağı, limon ve birkaç çeşit baharat var. Kocaman bir tabakta servis edildiğini bu yüzden oldukça doyurucu olduğunu da eklemeliyim. Obstinate King ise uzunca bir süre karar veremedikten sonra hemen her yerde en güvenilir seçenek olabilecek club sandwhich sipariş etti. Kocaman bir tabakta salata ve elma dilimli patates kızartmaları ile geldi sandwhich. Şimdiye kadar anlattıklarımdan sizin de anlayabileceğiniz gibi sandwhich sıradan değildi. Sanırım farkın sebebi kaliteli ve taze malzemelere ek olarak kızartılmış ekmek kullanmış olmalarıydı. Bu koca tabağın da çok doyurucu olduğunu söylememe gerek var mı bilemiyorum.


Yemediklerimizde de bahsetmek istiyorum biraz. Menünün başında görebileceğiniz özel lezzetler var. Annenizin etli yaprak sarmasını, fırın makarnasını özlediğinizde ya da değişik bir şey denemek istiyorum dediğinizde firik pilavı gibi seçenekleri sunuyor bu kısım. Çok aç değilim ama atıştırmak yerine ufak bir öğün istiyorum derseniz, bruchettaları öneriyorum. Güzel pişmiş bir makarna yemek isterim derseniz, onlar da mevcut ancak genellikle biraz kremalı olduklarından yazın pek tavsiye etmiyorum. Ana yemeklerde ise her yerde bulabileceğiniz birkaç klasik lezzetin yanı sıra gemici köfte gibi farklı tatlar da mevcut.

Havalar ısınmış, indirimler başlamışken Tunalı’da bir soluk alma ihtiyacı duyarsanız, Cafe des Cafe köşe başından hemen önce bordo brandası, tahta iskemleleri ve renkli çiçekleriyle sizleri bekliyor olacak.

You are at Tunalı Hilmi Street, the weather is hot and you wanted to chill. Shopping is tiring enough and all those bags are hard to carry. Do not panic! Here is what you need, keep on reading…


While looking for a cool escape in hot summer days, Cafe des Cafe may surprise you. Don’t fall for the two little tables overlooking the street. Step inside, climb up the stairs and take a look around. After you pass the debonair waiters, walk a little more and there you are at the winter garden. If you think this is what I am talking, you have spoken too early. Turn your right and there you are at the mini garden. The huge table in the middle is great for big groups, while the white small ones are welcoming for smaller ones. You will also see a tree which has pieces of cloth tied on it. If you have any wishes, do not hesitate to tie one yourself.

We were here to chill right? My favorite summer drink here is lemonade with ginger and mint however, last time when we were there with Obstinate King, I had black mulberry juice and I strongly recommend. Let’s talk about what we had. As Cafe des Cafe is 10 minutes walk from my place and we love its food, we visit the place frequently all around the year. Naturally, we tried almost the entire menu. However today, I will only talk about the last time. I have ordered avocado salad. Orange slices, cooked pine nuts, corn, avocado slices and cherry tomatoes are served on fresh greens. The sauce has mustard, olive oil, lemon juice and a few herbs in it. I have to add that it is served at a huge plate and therefore satisfactory. Obstinate King ordered club sandwich, which is a secure choice almost everywhere. It is served with some salad and scalloped potatoes. As you may guess from what I have told so far, even club sandwich is different and very delicious here. I believe what makes is so different is fresh ingredients and toasted bread. I suppose there is no need for me to tell this big plate is very satisfactory as well.


I would like to talk a little about what we didn’t have that day. There are specialties where you can see at the beginning of the menu. At this part there are classic Turkish dishes such as stuffed wine leaves and pounded unripe wheat. If you are not very hungry but want to have a small plate, try bruchettas. If you would like to have a well cooked pasta dish, there are nice choices, but I do not recommend them at summer as it may be too heavy at hot weather. At main courses, apart from a few classic dishes, there are also some different tastes such as gemici köfte.


If you need a break for shopping and hot weather, Cafe des Cafe is waiting for you with its colorful flowers and friendly atmosphere.

Wednesday, June 16, 2010

Upcoming Events 1: Lars Danielsson





Lars Danielsson her ne kadar klasik cazcılar tarafından pek tanınmasa da son dönem Avrupa cazının yetiştirdiği en büyük yeteneklerden biri. Bu ayın sonunda gerçekleşecek ziyaret, yanılmıyorsam sanatçının ülkemize 2. gelişi olacak. Daha önceden dinlemeye gittiyseniz veya bu ayın sonunda göreceğiniz üzere kendisi oldukça alçakgönüllü ve kibar biri fakat bu görünüş sizi aldatmasın. Bu kalitedeki sanatçıları ülkemize çekebilmek gerçekten büyük başarı.

Kendisinden biraz bahsetmek gerekirse, İsveçli’nin uzmanı olduğu enstürman kontrbas. Bunun dışında süpriz yapıp çello çaldığı da oluyor. Fakat sound açısından kısıtlı kontrbas enstürmanına kattığı lirik hava kesinlikle dinlemeye değer. Bir diğer güçlü yanı ise besteci kimliği. Oldukça klasik caz parçalarından, elektronik altyapılı daha çok future jazz denilen parçalara kadar bir hayli geniş bir yelpazesi var ve yaptığı bir çok parça onlarca kez cover’landı. Bir de üstüne çok çok iyi solo’lar atabildiğinden keyifli bir konser olacağı garanti gibi.

Bir cazcının gelişmesini sağlayan en önemli etkenlerden biri de beraber çaldığı, çalıştığı müzisyenlerdir. İsveçli bu konudaki şanslı isimlerden. Daha önce efsane Miles Davis ile çalmış, onun gruplarında yer almış saksafoncu David Liebman, vatandaşı ünlü piyanist Bobo Stenson ile ödüllü plak şirketi ECM’in demirbaşlarından davulcu Jon Christensen’le beraber daha kariyerinin başlarında birlikte çalmaya başlamıştır. Bu hız kariyerinin ilerleyen zamanlarında da kesilmemiştir. Perküsyon ustası Marilyn Mazur, future jazz akımının en güçlü isimlerinden Niels-Petter Molvaer ve Eivind Aarset, yine Liebman gibi Amerikan ekolünün önemli temsilcilerinden gitarist John Abercrombie kontrbasçının daha sonralarda beraber çalıştığı ilk göze çarpan isimler.

Son yıllarda ise kritiklerden oldukça iyi eleştiriler alan yetenkli Leh piyanist Leszek Mozdzer ile takım oluşturmuş ve bu birliktelikten 2 albüm çıkmıştır: Pasodoble ve Tarantella. Biletix’teki açıklanan gruba bakılırsa Akbank Sanat’taki gerçekleşecek konserde yoğunluk son albüm Tarantella üzerinde olacak. Üzücü olan ise o akşam piyanist Mozdzer’in grupta yer almayacak oluşu.

Konser havasına girmek amacıyla benim tavisye edeceğim albümler, Alman “ACT Music” firmasından çıkan ve ülkemize Equinox tarafından ithal edilen, Libera Me, Melangé Blue ve tabii ki de son albüm Tarantella. Libera Me sanatçının tarzını anlamak için dinlenebilir ve çok rahat söyleyebilirim ki son yıllarda dinlediğim en güzel bas ağırlıklı caz albümü. Danielsson’un lirik sound’u ve besteci kişiliği albüme damgasını vurmuş. Aşağıdaki bağlantıdan da bu albümdeki bir şarkıyı dinleyebilirsiniz. Melangé Blue albümü future jazz olarak tabir edilen yeni akımın en başarılı örneklerinden biri ve bu yetenekli adamın ne kadar farklı bir tarzda da başarılı olabileceğinin bir göstergesi. Yeni bir şeyler dinlemek istiyorsanız ideal bir sound sunuyor bu albüm size. Son olarak Tarantella isimli albüm ise çok daha kompleks bir sound’a sahip ayrıca piyanist Mozdzer ile 2. birliktelik olduğu için çok daha oturmuş bir çalışma. Tarz olarak Libera Me albümüne benzer diyebiliriz fakat Danielsson’un kendisini ve yarattığı müziği bir adım daha ileriye götürdüğü bir gerçek. Bir de bu albümün yeri bende başkadır çünkü çok sevdiğim kuzeyli trompetçi Mathias Eick de bu albümde konuk sanatçı olarak yer alıyor. Ne yazık ki 30 Haziran akşamı o olmayacak. Tabii bu yine de o akşamın çok özel olduğu / olacağı gerçeğini değiştirmiyor.

Ay sonunda Lars Danielsson ile keyifli bir akşamdan sonra, dinlemekten yıpranmış CD’leri imzalatmanın verdiği keyifle, İstiklal’de bir şeyler içmek üzere diyorum ve bu yazıyı sonlandırıyorum.



Although he is not well known in the States, Lars Danielsson is a very famous face across Europe. He is known with his unique, lyric yet haunting bass sound but the capabilities of Lars is not limited with these. He is also a very good composer and almost every song on his albums is new and carries his signature. Until today he played with acknowledged stars. David Liebman, Bobo Stenson, Jon Christensen, Niels-Petter Molvaer and John Abercrombie are a few names that strike at a glance. Detailed information can be found from;

http://www.larsdanielsson.com/html/frame.html
http://www.allaboutjazz.com/php/musician.php?id=12416

On the evening of 30 June, he will be on stage with his trio to promote his latest album Tarantella from German label ACT Music. Shouldn’t be missed! Hope to see you there.


Tuesday, June 15, 2010

Sanatsal Cam Sergisi / Glass Art Exhibition: 8 – 17 Haziran (June) 2010


Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi – Kennedy Cad. No:4 Kavaklıdere


Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki Sanatsal Cam Sergisi’ni sevgili annem ve Washingtonian ile beraber gezdik. Cam Dostları Grubu ve Ankara Arda Sanat Galerisi’nin ortak girişimiyle Çankaya Belediyesi sponsorluğunda gerçekleşen ve küratörlüğünü Ender Başaran’ın yaptığı etkinlik Türkiye’de bir ilk. Sergi 71 sanatçının ve Dokuz Eylül, Marmara, Mimar Sinan, Eskişehir Anadolu, Akdeniz Üniversitelerinin katılımıyla gerçekleşmiş. Eserlerin bir bölümü koleksiyon parçası olmakla birlikte satışta olan parçalar da mevcut. Siz ziyaret ettiğinizde nasıl hislerle ayrılırsınız bilemiyorum ancak, biz çok etkilendik!



MÖ 5500 yıllarında başlayan kum ve ateşin aşkı, farklı yerlere savrulurken başkalaşmış, güzelleşmiş ve o yerlerin adıyla anılan teknikleri yaratmış. Benim için serüveninin en ilgi çekici kısmı Fatih Sultan Mehmet döneminde başlıyor. Bu dönemde Bizans’a yardıma gelen Venediklilerin, cam ustalarını götürüp Murano Adası’nda üretime başlamasıyla ‘Murano Camı’ ortaya çıkar. 18. Yüzyıla gelindiğinde, 3. Selim Mevlevi derviş Mehmet Dede’yi Venedik’e cam işleme tekniklerini öğrenmesi için gönderir ve böylece dünyaca ünlü ‘Çeşm-i Bülbül’ sanatı ortaya çıkar. Günümüzde, cam hala yüzyıllar önceki gibi özel kum ve kaya çeşitlerinin yüksek sıcaklıkta eritilip, soğutulmaya bırakılmasıyla hayat buluyor.


Sergide çeşitli tekniklerle işlenmiş ya da tasarlanmış birçok eser görücüye çıkmış. Üniversite öğrencilerinin mezuniyet projelerindeki yaratıcılığa hayran kalırken, ustaların ve profesörlerin tecrübelerini yansıtan eserlerdeki yaşanmışlık, kum ve ateşin neler anlatabileceğinin aynası. Giriş kattaki Marmara Üniversitesi’nin cam altı resimlerine bakarken sıklıkla ‘Bu çerçevelenmiş bir tablo olabilir mi?’ diyor insan. Üst katlardaki masklar, heykeller, camın birçok farklı materyal ile birleştiği çalışmalar hayal gücünün sonsuzluğunun kanıtı. Renksiz camın anlatabilecekleri, rengin anlamdan çok kattığı perspektif, kelimeleri kifayetsiz kılıyor.
17 Haziran 2010’a kadar açık olan sergi, her gün aksesuarlarımızda, soframızda, evimizde, arabamızda ve sayamayacağım daha birçok yerde dikkatimizi çekmeyen camın değerini hatırlatıyor ve bunlardan ibaret olmadığını deneyimlemek isteyenleri bekliyor.


Çankaya Municipality Çağdaş Sanatlar Merkezi – Kennedy Street No: 4 Kavaklıdere

We have visited the glass art exhibition at Çağdaş Sanatlar Merkezi with my dear mother and Washingtonian. Ender Başaran as the curator, the event was organized by Cam Dostları Grubu and Arda Art Gallery is sponsored by Çankaya Municipality. 71 artists and Dokuz Eylül, Marmara, Mimar Sinan, Eskişehir Anadolu, Akdeniz Universities participated the exhibition. Some pieces are from artists collections, while there are pieces available for sale as well.
The love of sand and fire started around 5500 B.C. Through its journey, it changed, refined and created new techniques. To me, the most important part of the journey starts with Fatih Sultan Mehmet (Ottoman Emperor 1451-1481) era. During the period Venations coming to help Byzantines, took some glass artists together with them and started production at the island of Murano, which than became the famous ‘Murano Glass’. At 18th century Sultan 3rd Selim (Ottoman Emperor 1761-1808) sent Mehmet Dede to Venice to master glass techniques and world famous ‘Çeşm-i Bülbül’ was created. Today, glass is still produced by melting sand at high temperatures and then cooling down.

Artworks produced with different techniques are exhibited. While you admire university students’ graduation projects, the experience of masters and professors reflect what sand and fire can denote. While looking at the Marmara University section at the ground floor, you frequently ask yourself ‘Can it be a framed picture but not a glass art piece?’ Masks, sculptures, and artworks that glass combined with many other materials at the upper floors prove that there are no limitations to imagination. What clear glass can tell, the perspective added with color cannot be expressed by words.

The exhibition which will be ending on 17 June 2010 shows us glass we use everyday at our accessories, on our table, at home and car without recognition can also become art.

Monday, June 14, 2010

ÇITIR SİMİT – Turan Güneş Bulvarı (Boulevard)

Yağmurlar ve kapalı havayla geçen haftanın ardından, pazar sabahki güneşli gökyüzü ve sıcak hava kendimizi evden atmak için bahanemiz oldu. Kahvaltı için sevgili Obstinate King ve Washingtonian ile Çıtır Simit’e gittik. Ailecek yazları sıklıkla gittiğimiz bir yer olmasına rağmen onları tanıştırma fırsatım henüz oldu. 
 
Oran TRT binasına gelmeden Shell benzinliğini geçince yol üstünde sadece genişçe bir büfe gibi duran Çıtır Simit’in arkasında bir cennet var. ‘Gönül Bahçesi’ dedikleri bu yer doğanın tam ortasında zengin bir kahvaltı sunuyor. Ağaçlar, çiçekler, çeşitli bitkiler, mini deresi ve gölüne ek olarak ufak bir de hayvanat bahçesi var. Horozlar, tavuklar, tavus kuşları (bir tane de albino tavus kuşu) etrafta serbestçe dolaşırken, birkaç havyan da maalesef kafeslerinde sizin ziyaretinizi bekliyor. Tavşancıklar, sevimli köpek, hindi ve bu sene gelen ceylanlar görebileceğiniz hayvanlar. Çocukların hayvanlara bayıldıklarını söylememe gerek bile yok. Kaydıraklı, salıncaklı ufak bir çocuk oyun alanı da bulunuyor. Bence bu ortam apartmanlarda kısılmış kalmış bizlerin doğaya dönmesi için iyi bir fırsatken, çocuklara da doğa ve barındırdıklarıyla yaşamayı öğretiyor.



Gelelim neler yediğimize… Açık büfe sistemiyle hizmet veriyor Çıtır Simit. Büfe 8 çeşit peynirle başlıyor. Dilimlenmiş salatalık, domates, en tazesinden yeşillikler, çeşitli şarküteri ürünleri, 6 çeşit zeytin, reçeller, bal ve kaymağın ardından sıcaklar geliyor. Kızartmalar, sosis ve börekler mevcut. Kendi üretimleri ekmek, poğaça ve simit dışında mevsim meyveleri de bulunuyor büfede. Masanıza gitmeden yumurtanızı ve gözlemenizi sipariş edip, taze sıkılmış portakal suyunuzu da alıyorsunuz. Sürekli dolaşan garsonlar çayınızı tazelerken mis gibi havada gazete keyfi yapıyorsunuz…

Sizde eğer tüm haftanın yorgunluğunu pazar günü atmak ve haftaya taptaze ve keyifle başlamak istiyorsanız, Çıtır Simit doğru seçim.

Sunny and warm weather was our reason to go out on sunday morning after a cloudy and rainy week. With my dear Obstinate King and Washingtonian, we went to Çıtır Simit for brunch. Although I go there frequently with my family at summer time, I got chance to take them there this week.

Çıtır Simit has a paradise garden behind the kiosk where you can see from the road in front. The garden they call ‘Gönül Bahçesi’ offers a rich breakfast. In addition to trees, flowers, all kinds of plants, there is a mini river and lake. While roosters, hens, peacocks (also a albino one) wonder around freely, some other animals unfortunately are in cages. You can see rabbits, a cute dog, a turkey, and antelopes which have arrived this year. I have also observed that children adore animals. A small playground is also available for kids. I believe this environment gives us opportunity to escape from apartments while children experience the life in nature.

Let’s talk about what we had. Çıtır Simit offers an open buffet. Buffet starts with 8 kinds of cheese. Sliced cucumber, tomatoes, fresh greens are followed by variety meat 6 kinds of olives, jams, honey and buttermilk. Fried vegetables, cooked sausage, and böreks are also available. Fruits and their production bread and simit are waiting for you. Before returning to your table, don’t forget to order your egg plate, gözleme and also grab a glass of orange juice. While waiters around fill your tea cup, you enjoy the sunday newspaper…


If you want to start the coming week fresh and relaxed, Çıtır Simit is the right place.

Saturday, June 12, 2010

Casita – Filistin Sokak (Street)



Mükemmel bir akşama mükemmel bir başlangıç için Casita doğru adres. İlk yerini İstanbul’da açan Casita tadı yerinde yemekleri ile büyük bir kitlenin beğenisi kazanmış ve İstanbul’da birçok şubenin yanısıra Bodrum’da da bir şube açmış. Son durak ise Ankara Filistin Sokak olmuş.




Dekorasyon klasik öğeleri ve modern çizgileri biraraya getirmiş. Sarı ve beyaz renkler hakim; ancak objelerdeki renkler monotonluğu önlemiş. Hemen girişteki kırmızı eski tartı ve yanındaki piknik yeri masası bize eskileri hatırlatan detaylardan.


İçerideki sarı kanepe ve yanlarındaki koltuklar arkadaşlarla buluşup kahveleri yudumlarken keyifle sohbet etmek için ideal nokta. Hemen karşısındaki sarı vazo ve çiçekler de en az kanepe kadar etkileyici. Tuvaletlere giderken ise uzunca bir koridor var. Solunuzdaki duvar siyah beyaz fotoğraflar, sağınızdaki ise duvar içi boşluklardan yumuşak bir ışıkla aydınlatılmış. Böylece iç dekorasyonun devamlılığı burada da sağlanmış.





Gelelim yemeklere... Öncelikle müessesenin ikramı başlangıçlar geliyor masaya. O güzel kokusunu alabileceğiniz yeşil kalamata yada doğranmış zeytinlerin yanı sıra minik börek benzeri kıymalı ince uzun atıştırmalıklar ve sosları. O akşam uzunca bir yemek planladığımızdan, bir başlangıç seçelim dedik ve tabiki seçmekte zorlandığımızdan, iki kişilik hemen hemen tüm çeşitleri barındıran ‘Fış Fış Kayıkçı’yı pek ilgili garsonumuzun da önerisiyle seçtik. İçinde ‘Külleme’ (sıcak servis edilen közlenmiş patlıcan, hafif sarımsaklı), ‘Zebzeli Börek’ (mantar, havuç, kabak ve fasulyeli, soya sosuyla mükemmel, uyduruk Çin böreklerinden sonra ilaç gibi geliyor), ‘Bodrum Güzeli’ (peynir dolgulu kabak çiçeği dolması, kızartılmış, anneannemin kabak çiçeği dolmasından bile güzel!), ‘Güveçte Sarımsaklı Mantar’ (yanılmıyorsam kestane mantarı, bu sebeple kendine has kokusu ve aroması var) ve ‘İçli Köfte’ (dana etli, malzemeden kaçılmamış ve ilk defa yağsız yemek kısmet olan çeşidi) mevcut. Böyle bir ziyafeti suyla geçiştirmek istemedik ve bir şişe de ‘Montes Malbec’ açtık. Şarap menüsü çok daha geniş olan birçok yerde karaf mevcut değilken, Casita biz istemeden şarabımızı Karaf ile servis etti. Sonunda doğru dürüst havalanmış bir şarap kısmet oldu bize de.




Sırada ana yemeklerimiz. Ben ‘Pampa’ (bonfile dilimleri üzerinde sebzeli pampa sos ve yanında patates kızartmaları) ile ‘Fajita’ (eminim Casita versiyonu bambaşka) arasında kalmışken Casita’ların sahibi Haluk Tanrıverdi yardımıma yetişti ve şarap seçimimize ‘Pampa’nın daha uygun olacağını söyleyerek beni bu çıkmazdan kurtardı. Az pişmiş istediğim bonfilelerim, gerçekten az pişmiş geldiler (nedenini anlayamadığım şekilde Butcha hariç hiçbir yerde henüz az pişmiş yemeyi başaramadım).




Sevgili Kralım ise daha önce bir bölümünü tatma fırsatını yakaladığımız mantıların artık tamamını test etmeye karar vererek ‘Trio’ sipariş etti. Yemeği ile o kadar mutluydu ki ‘nasıl?’ sorusuna son derece memnun bir yüz ifadesiyle ‘güzel’ yanıtını verdi.




Tatlıya geldiğimizde artık midemiz fazlasıyla dolmuş olsada yinede geceyi eksik bitirmek istemedik. Tatlı için bize eşlik eden sevgili Washingtonian ve Onur ile ‘Kağıt Bebek’, ‘Dondurmalı Krep Harika’ ve ‘Huysuz Virjin Tatlısı’ paylaştık. Masanın favorisi oybirliği ile ‘Kağıt Bebek’ seçildi. Tatlılarda fazla detaya girmiyorum, biraz merak iyidir.





To start a perfect night with a perfect beginning, Casita is the place. Casita started bussiness in İstanbul, and with its quality food gained the appreciation of many people. Besides its branches in İstanbul, it also has one at Bodrum. The last stop for Casita is Ankara Filistin Street branch.


Decoration combines both classic and modern styles. Mostly yellow and white is used; however monotonocity is prevented with the use of many colorful objects. The red antique scale and the table with banks remind us the good old days.


Inside, the yellow sofa and accompanying chairs is a nice point to meet friends and chat while enjoying a cup of coffee. Right across, the yellow vase and the flowers inside are as equally inspiring. There is a corridor on the way to the restrooms. The wall on your left is decorated with black & white photos while the one on your right has cuts inside the wall which provide a soft lighting for the place. As a result the continuity of the interior design is provided at this area too.


Lets talk about food. Firstly comlementary starters arrive. In addition to kalamata olives, mini boreks with minced meet filling with their souce are served. As we were planning a hours long dinner that night, we decided to order a starter and as we couldn’t choose among them, we ordered ‘Fış Fış Kayıkçı’ which is platter for two including some from most of the plates. Included ‘Külleme’ (roasted eggplant served warm with a little touch of garlic), ‘Zebzeli Börek’ (mushroom, carrots, zucchini and beans with soy souce), ‘Bodrum Güzeli’ (fried zucchini blossoms filled with cheese, even better than grandma’s!) ‘Mushroom Caserole’, ‘İçli Köfte’ (Cracked wheat balls with minced meet filling, luckily includes wallnuts). As we didn’t want to spend such a feast without wine, we ordered a bottle of ‘Montes Malbec’. At most of the restaurants having a larger wine menu, a carafe is not available but Casita served our wine with carafe.


Now its time for main courses. While I was in between ‘Pampa’ (sirlion steak slices served with vegetable souce accompanied with french fries) and ‘Fajita’, the owner Haluk Tanrıverdi came for help and by suggesting ‘Pampa’ saved me. I was very happy as I was able to have rare steak as I have ordered finally in Ankara.


My dear King had ‘Trio’ which includes three kinds of mantı (mini dumplings with various fillings). He was so satisfied with his dinner that he answered the question ‘how was it?’ by saying ‘nice’ with a satisfied expression.


When it was dessert time although we were too full we didn’t want to leave without it. For dessert we have ordered ‘Kağıt Bebek’, ‘Dondurmalı Krep Harika’ and ‘Huysuz virjin Tatlısı’ to share with dear Washingtonian and Onur. With unanimity, ‘Kağıt Bebek’ was voted the best among three. I am not going into detail for dessert to make you curious.

NUM NUM – CAFÉ & RESTAURANT – PANORA


Num Num, aşağı yukarı ayda bir kere ziyaret ettiğimiz bir yer. Num Num dediğimizde aklımıza önce kocaman ve çok lezzetli burgerleri, dev pizzaları ve ev yapımı harika içecekleri geliyor.

Dekorasyon rahat etmenizi, gözünüz bara takıldığında gülümsemenizi sağlarken, ışıklandırma gözünüzü kesinlikle yormuyor ve tahta panellerin arasından sızan yeşil ve kırmızı hafif ışıklar tuhaf bir şekilde çok huzurlu hissetmenizi sağlıyor. Garsonlar her zaman güleryüzlü ve işlerini sevdiklerini size hissettiriyorlar. Halkla ilişkiler sorumluları ise aynı şekilde çok güleryüzlü, mutlu ve son derece yardımcılar. Hatta bazen sizi üzen birşey olduğunu fark edip, bir şekilde sizi dolaylı yoldan gülümsetmeyi başarıyorlar.

Sanırım artık yemeklerden bahsetme vakti… Şimdiye kadar Num Num’da lezzeti kötü birşeye hiç rastlamadık. Geçen yaz terasta bir öğlen makarna yerken alıştığım dev porsiyonların aksine ufak bir porsiyon makarna yemiş olmamın dışında hiç hayal kırıklığı yaşamadım. Bu durumun ardından birer dilek & şikayet formu doldurduk ve bir hafta içinde doldurulan formlara özel yazılmış olduğu belli olan birer cevap e-postası aldık. Açıkçası bu kadar ilgileneceklerini hiç düşünmemiştik. E-postada porsiyonlarla ilgileneceklerini yazmışlardı ama henüz tekrar denemeye cesaret edemedim çünkü oraya her gittiğimizde gözümüz açlıktan dönmüş oluyor.


Hala yemeklere gelememişim… Bu sefer Blue Bacon Cheeseburger, Egeli Salata (kocaman boy), elmalı buzlu çay (ev yapımı) ve Efes Dark vardı siparişlerimizde. Sevgili Kral’ım cheeseburgerin en az İstanbul Num Num kadar lezzetli olduğunu, tek farkının mavi peynir sosunun akışkanlığı olduğunu soyledi. Beraberindeki coleslaw'a (lahanalı bir çeşit salata) kendi salatamdan bir çatal aldıktan sonra baktığımda ise yerinde yeller esiyordu… Ardından gelen yorum ise, ‘buradakini yedikten sonra coleslaw heryerde yavan geliyor’ şeklinde oldu. Sevenlere duyurulur… Gelelim benim salatama, heryerde ezine diyerek pazarlama girişiminde bulunulan uyduruk peynirlerden değildi tabiki salatamdaki… Tam yağlı, yumuşacık, tadı tam kıvamında ezine peyniri hafif fesleğenli ve zeytinyağlı bir sosla marine edilmişti. Akdeniz yeşilliklerimin üzerinde ise çok lezzetli fakat buna rağmen hala hafif kalmiş bir sos... Her ne kadar bu salata soslari, o masum otlari bir porsiyon kebap kalorisine yaklaştırsada bu salatadaki lezzet bileşkesi kesinlikle sizi pişman edecek türden değil. Sırada, buzlu çay... Ben hazır meşrubatlardan pek hazetmediğimden, genellikle ya su/soda yada taze meyva sularını tercih ediyorum. Bu durum Num Num’da tabi ki değişiyor. Onlar harika taze meyva suyu karışımlarının yanısıra, buzlu çay konusunda da oldukça başarılılar, az şekerli olmaları da cabası. Henüz yaza biraz daha vakit olduğundan herzamanki kırık buzlu versiyonunun yerine az buzlu istedim. Kesinlikle hata etmişim, bu adamlar işlerini biliyor ve gerçekten hiç karışmamak kesinlikle en iyisi. Önünüze gelecek şey zaten mümkün olan en mükemmel halinde oluyor her zaman… Tüm bu saydıklarıma ek olarak bir de su içtik ve toplam hesap 50.25 TL oldu. Servis, yemeklerin malzeme kalitesi, lezzeti gibi tüm faktörleri göz önüne aldığımızda ve fiyat/performans oranlaması yaptığımızda, 1’e eşit yada 1’den küçük çıkar. Henüz gitmeyenlere en kısa zamanda uğramalarını tavsiye ediyoruz. Her zamankinden biraz fazla aç gitmenizde fayda var, yada baştan tamamını bitiremeyeceğinizi kabullenebilirsiniz .


We visit Num Num about once a month. When we think of the place, first things that pop in our mind are their huge and delicious burgers, XL pizzas and house drinks.

Decoration makes you feel comfortable, when the bar catches your eye, you smile reflexively. Lighting is never tiring and little red and green lights coming from the wooden wall panels make you feel surprisingly more tranquil. Waiters / waitresses are always smiling and you can feel that they love their job. Guest relations personnel are as well debonair, happy and helpful. Even when they feel you are a little sad, they find a way to cheer you up.

I guess it is time to start talking about food… Until today we never had something tasting savorless at Num Num. Last summer, while we were having lunch at its magnificent terrace I ordered a pasta plate, which was unusually small, that was my only disappointment. Following that, we filled out request & complaint forms and within a week they e-mailed us back. We never thought they would take the forms this serious. It was very obvious that the e-mails were written as an answer for the specific forms and said they would take care of the portioning. However, I never tried a pasta plate again, as I was always too hungry when I went there.

I still couldn’t talk about the food… This time we ordered Blue Bacon Cheeseburger, Aegean Salad (huge size), Apple flavored ice-tea (house) and Efes Dark (beer). My dear King told me cheeseburger was at least as good as İstanbul Num Num and the only difference was the cheese sauce being a little less thick. The coleslaw was gone while I tasted the salad… The comment was ‘after having this coleslaw, others are insipid’. My salad had a feta topping, but it is a special type of feta produced at the North-West of Turkey (Ezine feta). It was also marinated with basil and olive oil sauce. On my mixed green salad there was the most delicious but still light salad dressing I have ever tasted. Although salad dressings turn the innocent greens into calorie bombs, you will never regret eating this one. Next, is the apple flavored ice-tea. As I don’t like most of the colorful and tasteless beverages, I prefer water (still / sparkling) or fresh juices. However, at Num Num things are different. Apart from their wide range of fresh juice mixes, they also prepare great ice-teas with very little sugar. As there is still some time until summer, I preferred to have my ice-tea with a few cubes of ice rather that crushed ice. That was big a mistake; these guys absolutely know what they are doing, so it is better if you don’t intervene. What they serve is already in its best form possible… In addition to what I have mentioned, we had a small bottle of still water and the bill was 50.25 TL (~ 34 $). Considering the service, quality and taste, the price/performance ratio is smaller than or equal to 1. If you haven’t dined at Num Num yet, we strongly suggest it. It is better if you go there when you are hungry or you should admit you will not be able to finish all of your plate before you start

Giriş – First post

Breaking News: Live from life! Bugün yayın hayatına başladı. Peki bu blogda neler bulacaksınız? Açıkcası sabun köpüğünden fazla bir şey değil. Yoğun bir iş gününün ardından eve geldiğinizde kafanızı dağıtacağınız veya sabah işe başlamadan önce son kaytarmalarınızı yapacağınız yer burası. Bazen ertesi günün planlarını yapmanıza yardımcı olacak, bazen size eşlik edecek yeni müzikler tanıtacak, bazen de güncel olaylara farklı bir pencereden bakmanızı sağlayacak. En önemlisi her gün güncellenerek bir okuma sürekliliği oluşturulacak.
Küçük bir not, Ankara’da yaşadığımız için genellikle Ankara yoğunluklu olması kaçınılmaz; ancak seyahat etmeyi sevdiğimiz gerçeği de göz önünde bulundurulmalı. Bir de bizim dışımızda çok sevdiğimiz arkadaşlarımızın düşünceleri ve tecrübeleri zaman zaman kendi kalemlerinden yer alacak.
Şimdilik hoşçakalın.
Breaking News: Live from life! Started its broadcasting life today. What are you going to find in this blog? Nothing trivial. After an exhausting workday will help you to relax or early in the morning before starting work will be your last break. Sometimes will help you to plan your next day, sometimes will introduce you new sounds going with your daily routine or come up with a different point of view for the current events. What is more, will be updated daily.
In addition, as we are living in Ankara, posts will be generally related to Ankara; however, our passion for traveling should be noted. Another important point is that from time to time thoughts and experiences of our dear friends will appear with their signature.
Goodbye for now.