Tuesday, July 27, 2010

Panmisto

Kentpark AVM

Eskişehir Yolu 7. Km

Kat/Floor : -1



Geçtiğimiz birkaç aydır, Kentpark’a yolumuz düştüğünde annemle uğrayıp çeşit çeşit ekmeklerinden ve bol tahıllı çubuklarından alıyoruz Panmisto’nun. Güleryüzlü, yardımsever ve sabırlı sahibesini de pek seviyoruz. Fakat birkaç hafta önce, diğer ortağın daha yakından tanıdığım biri olduğunu keşfettim. Bilkent Üniversitesi’nden hocam Taner Bey ile karşılaştığımızda, bir rastlantı diye düşündüm. Kısa süre durumun bambaşka olduğunu, Panmisto’yu sevgili eşiyle birlikte işlettiklerini öğrendim. Beni ikram ettiği mini kahveli crème brûlée ile kandırmaya çalıştı, tattığım bir kaşıktan sonra durması çok zor oldu ama bir süre için tatlı yememe kararımdan neyseki caymamayı başardım. Başka bir gün öğle yemeği için geleceğime söz verdim ve birkaç yüz kaloriden o gün için yırttım.



O crème brûléenin üzerine çok dayanamadım ve ertesi gün ailemle gittiğimizde zaferle gülümsüyordu Taner Bey. Şaka bir yana, bizi çok güzel karşıladı ve ağız sulandıran menüden seçim yapmamıza yardımcı olmaya çalıştı. Binbir zorlukla bir quesedilla ve çay sipariş edebildim, herşey o kadar harika ki seçmek çok zor. Anneannem bir tost, annem Türk kahvesi ve misafirlerimiz de birer limonata sipariş ettiler. Tabaklar geldiğinde kısa süreli bir sessizlik hakim oldu masada. Gelen devasa tabaklar hepimizi şaşırtmıştı, tadları ise ayrı harikaydı. Çay, evdeki gibi yeni demlenmiş, limonatalar taptaze ve tüm diğer malzemeler de çok taze ve kaliteliydi. Bir de patates kızartmalarının ne kadar hafif olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. O kadar yağsız ve lezzetliler ki kızartıldıklarını sorguluyor insan.


Pek tabiki, açık büfeyi her gören gibi bizde kıskandık. Masanın üzerinde o kadar çok güzel ve lezzetli şey vardı ki, aklınızı kaçırmamak oldukça zor. Dahası, sınırsız çay ile birlikte sadece 10TL! (Filistin Caddesi’nde bir bardak çaya 4.5 TL ödediğinizi söylemiş miydim daha önce?) Pastane kısmı ise yaratıcı. Çok çeşitli ekmekleri, pastaları ve diğer sanat ihtiva eden ürünleri, denemeye değer. Yarı açık mutfakları sayesinde yiyecek ve içeceklerinizi hazırlanırken izleyebileceğiniz gibi, ne şartlar altında hazırlandığınızı görüp iç huzurunuzu da bozmamış oluyorsunuz.



Şahsen fiyatları da genel olarak makul buldum. Yediğim herşey çok lezzetli ve emsallerine kıyasla bir çok açıdan daha sağlıklıydı. Eğer batı tatlılarının gerçek tadlarını özlüyorsanız yada çocuğunuzun çöp değil de yemek yemesini istiyorsanız bugünün AVMseverleri için Panmisto’nun eğlenceli ve lezzetli bir seçenek olduğunu düşünüyorum.



For the last few months I have been going to the place with mom to get bread and some of their delicious breadsticks that are rich in grains. We liked the debonair, helpful and patient lady who owns the place. However, a few weeks ago, I discovered that the other partner was someone who I know a little more closely. First, I thought it was a coincidence when I saw my professor from Bilkent University Mr. Yiğit there. Shortly after, I discovered that the place was his, and the lady was his dear wife. He tried to trick me with their unbelievably delicious mini coffee crème brûlée, which was very hard to stop after the first spoon, but I was strong willed enough not to have any dessert and promised him to come some other day for lunch. For that day, I saved a few hundred calories.


The delicious crème brûlée was so much in my mind that I couldn’t resist long and next day, I went there with my family and he was smiling with victory. Joking, he welcomed us very nicely and tried to help us to choose, although it is almost impossible as everything on the menu are mouthwatering. Finally I ended up with quesadilla and tea, my grandma with toast and mom with a cup of Turkish coffee. Our guests from Lebanon preferred lemonade. The plates were huge, very delicious and more than what we expected. Tea was like it is at home, lemonades fresh, all the ingredients fresh and good quality. In addition, you would question weather if the chips were fried or not, so tasty and not oily at all.


Of course we were jealous of the open buffet. They had so many delicious things on the table that staying sane was very hard. What is more, with unlimited tea, it is only 10 TL! (Did I mention that at Filistin Street a cup of tea is 4.5TL?)The bakery is also innovative. Different bread choices, cakes and other arty products are worth trying. With the half open kitchen, you can see your food & beverages being prepared and of course under what conditions.


I find the prices quite convenient; everything I tried was very delicious and healthier by comparison. If you are missing the real tastes of western desserts or want your kid to eat food, not junk, I believe Panmisto is a joyful and delicious alternative for today’s’ mall-lovers.


Monday, July 26, 2010

Walking around İstanbul 3: Kızkulesi – Maiden’s Tower

Benim için Kızkulesinde olmak bir masalı yaşamaktan farksız. Merdivenlerden yukarı çıkıp, eşsiz İstanbul manzarasına koşuyorum her seferinde. Saçım ılık yaz rüzgarıyla uçuşurken, bir yandan eteğimi tutup, bir yandan hayallere dalıyorum Kızkulesi’nin balkonunda.


Belki de efsane yüzünden: Bizans İmparatoru’nun bir kızı olur. Babası iyi eğitim gören kızının tacını devralmasını istemektedir. Fakat bir gün, bir bilge imparatora kızının tahta geçemeden bir yılan tarafından ısırılarak öleceğini söyler. Böylece, imparator denizin ortasına, yılanların erişemeyeceği bu yere kızı için bir kule yaptırır. Ancak, kaderinden kaçamayan genç prensesin hayatı, bir üzüm sepetinden çıkan yılanın ısırığı ile son bulur.


İşte bu büyülü yerde öğle yemeği yemeye karar verdik. Ne de olsa daha önce defalarca restaurantın ne kadar harika olduğunu duymuştum.Yemeklerimizi sipariş ettik ve kuleden, tarihinden, hakkındaki efsanelerden ve etkileyici manzarasından konuştuk. Bir süre sonra 2 tabak makarna, bir ızgara tavuk ve bir sandöviç için 25 dakikadır beklediğimizi fark ettik. Yemeklerin akıbetini sorduk ve ancak bundan 10 dakika sonra yemeklerimiz geldi, anlaşılmaz bir biçimde soğuk, son derece yağlı ve tatsız şekilde. Bu öğle yemeği beni kulede bir prenses olduğum uykumdan uyandırdı ve harika bir yemek yeme ihtimalim olmadı gerçeği ile yüzleştirdi.

Fakat her ne olursa olsun, eğer İstanbul’a bir gün yolunuz düşerse Kızkulesi’ni mutlaka ziyaret edin. Sadece manzara ve yüzlerce yıl önce nasıl olduğunu hayal etmek için bile gitmelisiniz. Bu arada kuleye gitmek için Kabataş İDO İskelesi’nin yanından kalkan teknelere binebilirsiniz.


To me, being at Maiden’s Tower is no different than being in a fairy tale. I climbed up the stairs to the magnificent view of İstanbul. My hair flutters with the warm summer breeze; I hardly catch my skirt and start dreaming at the balcony...

It may be because of the legend; The Byzantine Emperor had a baby girl. She was well educated, and her father wanted her for his throne. However, an oracle told the emperor that his daughter will be bitten by a snake and die before she takes over the throne. To protect her daughter, the emperor ordered for the construction of the tower that is in the middle of the sea, where snakes cannot reach. However, one day, a snake came out of a grape basket and bit the princess, causing her death.

At this magical place, we decided to have our lunch. I have heard many times that the restaurant downstairs was magnificent. We ordered and started chatting about the tower, its history, legends and the beautiful scenery. After while we realized that it has been about 25 minutes since we have ordered 2 pasta dishes, a chicken steak dish and a sandwich. We asked for them, and after ten more minutes our food arrived. For some reason they were cold, incredibly oily and very tasteless. The lunch woke me up from my dream of being a princess there and I realized that my expectations for a fancy plate were not going to be met.

No matter what, if you go to İstanbul, never skip visiting Maiden’s Tower, the view and imagining how it was hundreds of years ago is good enough. By the way, to get there, you can take the boats leaving right next to Kabataş İDO Pier.

Sunday, July 25, 2010

Walking around İstanbul 2 : Komşu Fırın – Mecidiyeköy

Komşu Fırın için süslü ve betimleyici bir cümleye ihtiyaç duymadım, adı üzerinde :) Herkesin acele içinde olduğu günümüz dünyasında, 'güne zinde başlamak isteyenlerin uğrak yeri' demek en doğrusu.


Hemen alıp gidebileceğiniz sağlıklı seçeneklerinin bir kısmı, esmer ekmekli sandöviçler, kurabiyeler ve simitler. Seçiminiz ne olursa olsun, düşük kalorili olduğundan emin olabilirsiniz. Bunun dışında, dışarıda bulunan masalarda sıcacık çay yada ev yapımı limonata ile seçtiğiniz kahvaltılığın tadını çıkartabilirsiniz. Bol tahıllı simit ve sandöviçleri ile limonatalarını denedim. Ne desem, hiç bitmesin istedim!


Mecidiyeköy şubesindeki personel birazcık tecrübesiz. Ancak, ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını görebiliyorsunuz. Bu yüzdendir ki, yavaş servis yüzünden siparişleri için bekleyenler pek de huysuzlanmıyor.


Eğer lezzetli bir kahvaltı yada öğlen yemeği peşindeyseniz, en yakın Komşu Fırın’a bir şans verin. Bu arada eve gitmeden lezzetli bir ekmek için de uğrayabileceğinizi unutmayın.


Do I really need a fancy introduction? The name tells everything on its own, the neighbour bakery. In short, at today’s world, where everyone is in a hurry and wishing to eat well at the same time, Komşu Fırın helps you to survive.

It has healthy choices you can grab and go, which include sandwiches with brown bread, cookies, simit and other bakery products. No matter what you buy, you can be sure that it is a low-calorie alternative. In addition, they have tables outside, so you can enjoy the warm tea or the delicious homemade lemonade with your breakfast choice. I tried their simit which is rich in grains and also their brown bread sandwiches with lemonade. I didn’t want them to finish!

Personnel at Mecidiyeköy branch were a little inexperienced. However, the most important thing is that they were doing their best for sure. As a result, them being slow, therefore people lining for their orders, were not unhappy.

I must add that if you are looking for a healthy breakfast or lunch try the closest Komşu Fırın for once. By the way, don’t forget that you can get delicious breads too.

Saturday, July 24, 2010

Walking around İstanbul 1: Wagamama – Kanyon, Levent

Evet, geçen hafta İstanbul’daydım. Doğal olarak bundan sonraki birkaç yazım İstanbul hakkında olacak. Hoşunuza gideceğini düşünüyorum.



İlk akşam sultanım, birtanem, anneannemle Kanyon AVM, giriş katındaki Wagamama’ya gittik. Burayı, Londra şubelerinde yediğim ilk ‘ramen’den beri çok seviyorum. Dekorasyon aslen upuzun masalar ve banklardan oluşuyor, böylece herkes kocaman bir aile gibi yanyana oturuyor. Mekanın doğası gereği de herkes gelip hızlı bir yemek yedikten sonra günlerine devam ediyor. Bunun yanısıra, Wagamama Londra’da oldukça uygun fiyatlı bir alternatifti. Fakat Türkiye’de tüm diğer uluslararası yiyecek-içecek zincirleri gibi, konsept bambaşka. Yurtdışı emsali ile karşılaştırıldığında yüksek kalan fiyatı, mahallenin hızlı ve sağlıklı karın doyurma mekanını, ayrı ayrı masalı şık, insanların diğerlerinin ne giydikleri hakkında dedikodu yaptığı ve bakışlarıyla orada yemek yiyip yiyemeyeceklerini yargıladıkları bir restortoranta dönüştürmüş.


Ancak herşeye rağmen, oranın yemeklerini çok sevdiğimden ve birçok şeye hassas olan anneannem için bile yemekler mükemmel olduğundan, oradaydık. Başlangıç için edamme (haşlanmış taze soya fasulyesi) sipariş ettik. Kısa bir süre sonra benim ‘yaki sobam’ (tavuk ve sebzeli noodle) ve anneannemin ‘chicken rameni’ (büyük bir kasede çorba şeklinde noodle, sebze ve tavuk) geldi. Anneannem yemeğini çok sevdi, çünkü tamamı haşlanmış, sossuz, son derece sade ve dev bir porsiyondu. Benimki de harikaydı, son derece yağsız, bol sebzeli ve en önemlisi, yedikten sonra ağırlık hissi olmuyor.


Ortamdan daha önce bahsettiğim için, geriye bahsetmek istediğim sadece birkaç nokta kaldı. Garsonlar son derece güleryüzlü ve ilgili. Anneanneme büyük saygı gösterdiler ve yiyemediği şeyleri de düşünerek en uygun yemeği seçmesine yardımcı oldular. Servis tüm Wagamama’larda olduğu gibi ışık hızında. Terasları var, fakat yaz olduğu için hafta içi bile son derece kalabalıktı.


Kanyon’a ulaşmak da çok kolay. İstanbul’un çılgın trafiğine rağmen araba kullanmayı tercih edenler için büyük bir park alanları var. Benim gibi daha az sabırlı olanlar için ise metro seçeneği var. M2 hattı’nı kullanarak Levent istasyonunda iniyorsunuz. İstasyon’un içinden Kanyon’a giriş bulunmakta.


Eğer uzak doğu mutfaklarına ilginiz varsa, fakat onları çok acı, çok yağlı yada kızarmış buluyorsanız, Japon yemeği sevis eden Wagamama sizin için harika bir seçim. Onların söylediği gibi “positive eating + positive living” – “pozitif yemek + pozitif yaşam”. Denemeye değer, pişman olmayacaksınız.


Yes, I was in İstanbul last week. The next few posts will be about İstanbul, as a result. I hope you will like them...


First evening, we went to Wagamama at Kanyon Shopping Mall ground floor, with my grandmother . I love the place since I had my first “ramen” at their London branch. The decoration originally consists of long tables and long benches where everyone can sit next to each other as a big family. Due to the nature of the place, everyone comes, has a quick meal and than continues their day. Also, Wagamama was a cheap alternative in London. However, in Turkey, as in all other international food&beverage places, the concept is totally different. The comperatively high prices, turned the neighbourhood’s fast and healthy belly filling station to a fancy restaurant with seperate tables, longer eating time and people gossiping meanly about what others are wearing, looking like or wheather if they are eligible to dine there.


No matter what, we were there, as I love their food and it is perfect for even my grandmother, who is very sensitive to most of the ingredients. We ordered boiled edamme to start with (fresh and crispy soy beans, unshelled). Shortly after, my “yaki soba” – noodles with chicken and vegetables and grandma’s “chicken ramen” – big bowl of noodles, chicken and some vegetables served like a soup- arrived. She liked it very much as it is plain, all boiled, and had a portion that is more than enough. I loved mine too, almost no oil, lots of vegetables and you don’t feel heavy afterwards.


As I already mentioned the atmosphere, I have a little to add. Waiters were very friendly and welcoming. They showed great respect to my grandmother and also helped a lot to choose what to eat, considering the ingredients that she cannot eat. As it is so at all Wagamama’s, service was incredibly fast. There is a terrace area option, which was very crowded due hot weather.


Getting there is also very easy. There is a large parking lot for the ones who still prefer driving at İstanbul’s crazy traffic. For the less patient ones, there is the subway option. You can take M2 line and hop off at Levent station. You can directly go in Kanyon, from subway.


If you are interested in far east cusines but you find them sometimes too spicy, fried or oily, Japanese style food serving Wagamama is a very good choice for you. In their words, “positive eating + positive living”. Worth trying, you won’t regret it!


Tuesday, July 20, 2010

Classic! - Hall and Oates



Hani bazen sırf kafa dağıtmak için izlediğimiz basmakalıp Hollywood filmleri vardır ya. Kamera önce ulaşılmazı yani popüler olanı gösterir daha sonra kendi halinde olan diğer kişiye döner. Aslında o da içinde çok mükemmel biridir ama bunu görebilmek için çaba harcamak gerekir. Bu imkansız olan 2 ayrı dünya filmde bir şekilde birleşir fakat daha sonra sudan bir sebeple biter. Ama en sonunda iki taraftan biri, karakterinin dışına çıkarak karşı tarafa büyük bir jest yapar ve filmi mutlu bir sonla yani yüzümüzde bir gülümsemeyle bitiririz.

Kabaca bahsetmek istediğim bu filmler. Evet herkes gibi bende izliyorum bunları ara sıra. Bazen çok eğlendiğim de oluyor bazen de harcadığım 2 saate acıyorum. Ama bu filmlerde istisnasız sevdiğim bir şey var ki o da kullanılan müzikler. Bir bakıyorsunuz eskiden çok severek dinlediğimiz bir klasik tekrar canlanıyor yada tamamen yepyeni bir şey sizi etkisi altına alıyor. Belki günlük hayatın karmaşası içinde kaçırabileceğiniz şarkılar o an sadece bu aptal filme konsantre olduğunuz için sizi yakalıyor ve uzun süre dinleyeceğiniz bir müzik zevkine dönüşüyor.

Yukarıdaki video’da izleyeceğiniz / izlediğiniz sahne “She’s Out of My League” isimli filmden. Bir Hall and Oates klasiği. İyi dinlemeler.

Because your kiss!
Your is on my list
Your kiss I can’t resist!

Son bir not da filmi izleyeceklere. Mümkünse fragmanı pas geçip izleyin. En komik sahneleri iki dakikalık fragmana sığdırmışlar çünkü.

------------------------------------------------------------------------

We all watch cheesy Hollywood movies from time to time. At least I know I do. They provide diversion from real life and give temporary happiness since they generally wrap up to a happy ending. Of course some of them can be a complete waste of time; offers nothing more from above mentioned and you absolutely feel sorry for the last 2 hours taken from life. But regardless of the quality of the movie, music used in these is always good! Sometimes a brand new song and sometimes an old classic catch you and dominate your life for some time. Maybe, if you hear this song in the rush of real life you will not notice, but since you are concentrated on this crappy movie you catch these details. This is the beauty of these movies for me.

Above, is the video from the movie called “She’s Out of My League”. A Hall and Oates classic. Enjoy!

Saturday, July 17, 2010

Burger Story

BURGER STORY
Kentpark AVM
Eskisehir Yolu 7. km
Tel: +90 312 219 93 33


Ünlü yazar Chuck Palahniuk hayat tamamen rastlantısal olaylar ile şekillenir ve bu yüzden mutlu olmak için basit şeylerden zevk almaya bakıyorum demiş. İşte güzel yapılmış bir burger de yazarın bahsettiği basit şeylere en güzel örneklerden biri olsa gerek. 2 tane taze ekmeğin arasına özel yapım lezzetli bir köfte ve sınırsız garnitür seçeneği. Basit ama katıksız bir keyif!

Ankara Kentpark alışveriş merkezinde bulunan Burger Story adından da anlaşılacağı üzere kendini burger yapmaya adamış bir mekan. Hamburger, çizburger gibi klasik burger çeşitlerinin yanı sıra “signature” yani kendilerine özel burgerleri de mevcut. Bunun dışında ve şahsen pek ilgimi çekmese de salata çeşitleri ve sosisli sandviç versiyonları mevcut.

Daha içeri girer girmez kendini sevdiren yerlerden Burger Story. Yüksek bir tavan, yenilikçi dizayn özellikle minimal logoları, bunun yanı sıra geleneksellikten de kopmamış olmaları. Mesela peçete tutacağı olarak eskilerin o kocaman demir burger köftesi ezme aparatı kullanılmış. Mekanda ayrıca hoşumuza giden kısım ise havalandırması oldu. Bu tip mekanlarda genelde yoğun bir et kokusu olur ve bu koku üzerinize sinmiş bir şekilde çıkarsınız. Burada ise böyle bir sorun yok.

3. paragrafın sonunda artık yemeklere geçiyorum :). Biz ilk gidişimizin şerefine ve mekanın kalitesini tespit edebilmek amacıyla yaptıkları signature burgerlerden sipariş ettik. Zaten kendilerine özgü şeyi yapmada başarılı olurlarsa orası bir şekilde başarılı olur veya daha popüler bir tabir ile “tutar”. Böylelikle heyecanla siparişleri verip, beklemeye başladık.

Benim siparişim, White Castle, 3 tane küçük burgerden oluşuyor. Çok taze ve hafif ekmeklerin arasında özel yapım baharatlı köfteler ve soğan da içeren güzel bir sostan oluşuyor bu burgerler. İçinde bir de domates ve turşu var. Görüntü olarak Taksim’deki ünlü ıslak hamburgerlere benzese de tat olarak oldukça farklı. Özellikle yanında gelen rokfor peynirli sos ile bir lezzet bombası yaşıyorsunuz, mideniz bayram ediyor :).



Diğer siparişimiz Olive Burger ise adından da tahmin edilebileceği üzere köftesinin içinde yeşil zeytin parçacıkları bulunduran özel bir hamburger çeşidi. Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere bu burgeri Drama Queen sipariş etti ve güzelim patates kızartmaları yerini salataya bıraktı :). Şaka bir yana yemek bu hali ile oldukça sağlıklı ve besleyici bir alternatif oldu. Hafif iki tane ekmek arasına köfte, yeşillikli salata ve yine özel yapım lahana salatası (coleslaw). Açıkçası alacağınız potansiyel kaloriler yüzünden buraya gelmeye tereddüt ediyorsanız veya yedikten sonra kendinizi kötü hissetmek istemiyorsanız bu seçim tam size göre!



Mekanın en büyük eksisi ise içki servisinin bulunmaması. Halbuki cızırdayan sıcak bir burgerin yanında ona eşlik edecek buz gibi soğuk bir biradan daha güzel bir şey düşünemiyorum. Bunun dışında, türünün tek örneği olması sebebiyle genelde dolu oluyor ve herkesin bildiği üzere sürekli dolu olan mekanların garsonları bazen kaba olabiliyor. Bir de hatırlatma yapayım bir burgerin çıkması / pişmesi 20 dakika sürüyor. Bu yüzden geniş bir zamanınızda gitmenizi tavsiye ederim.

Son olarak -benim bildiğim- Ankara’nın ilk burger dükkanı hepimize hayırlı olsun. Böyle bir alternatife ihtiyaç vardı cidden :).



Burger Story, as it can be predicted from its name, is city of Ankara's first restaurant that specializes on burgers. It can be found in the entry floor of the Kentpark shopping mall which is located on Eskisehir road.

After walking through a spacious entrance, you can either sit inside or in the balcony which has a beautiful pool view. The design of the restaurant is cool which includes fresh lines with traditional finishes. Also the ventilation is very good which is a common problem in this kind of burger shops. What I want so say is when you go out you don't smell like lamb :).

They have classic burgers like hamburger, cheeseburger and a handful of signature burgers for instance olive burger or vegetarian burger etc. Besides, menu also includes American classic hot dog and salad choices. There is also desserts section but I can assure you there will be no space in your stomach after the burger :). Anyway the menu is generally strong but no alcoholic beverages are served in this place so it's a big minus indeed. Since there is no better company than fresh cold beer to a hot spicy burger.

To sum up, I personally recommend blue cheeseburger or white castle burger (*) with blue cheese sauce. Also since this shop is one kind in the city, it can be crowded sometimes and as you all know when a restaurant continuously fills up, there will be always jerk waiters. So be warned and just enjoy your burger :).

(*) 2nd photo from the beginning

Monday, July 12, 2010

Big Chefs Çukurambar

1425. Cadde (Street) 29/C
ÇukurambarTel: 00 90 312 220 2201

Pink Martini konseri öncesi ODTÜ Vişnelik Tesisleri’ne yakın olduğu için Çukurambar Big Chefs’deydik. Çukurambar, café kültürünü yeni geliştiren bir semt. Dolayısıyla bana sıcak olmaktan çok uzak geliyor. Birbirine benzeyen birçok café, restaurant, bistro, ya da adı her neyse, yan yana dizilmiş durumda.



Havaların mevsim normallerine dönmüş olmasından mütevellit, bahçede bir masa tercih ettik. Geniş bahçesi, özenle seçilmiş bahçe mobilyalarıyla şık ve sade. Önceden gitmiş olanlar bilir, geçen yaz bahçenin etrafından dolaşan minik bir havuz vardı, artık yok. İşletme yerine çiçek tarhı yapmayı uygun bulmuş. Masamıza yerleştikten sonra fark ettik ki serinletme amaçlı su buharı püskürten bir sistem var her yerde. Amacına ulaşsa da, biz kendimizi sıcaktan bayılmaması için ıslatılan sebzeler gibi hissettik.



Soğuk bir Uludağ soda ilk siparişimiz oldu. Sevgili dayımın reçetesi olan, sodanın içine limon, misket limonu (lime), taze nane ve buz koyarak, mükemmel bir serinleticiye dönüştürdüğü çok sağlıklı, pek lezzetli soda ilaç gibi geldi. Ardından taze kekikli beyaz peynirli salatamız geldi. Lezzetine sözümüz yok, ancak isminde ‘beyaz peynirli’ yazan bir salatada neden sadece 4 tane yarım kibrit kutusu kadar peynir olduğunu anlayamadık. Ardından da bir sebzeli pizza bölüştük. Salatayı başlangıç olarak istediğimizi belirtmiş olmamıza rağmen, pizza hemen arkasından geldi ve kenarda bir süre bizi beklemek zorunda kaldı. Bu da soğumasına ve peynirin sertleşmesine sebep oldu. Gerçi menüde yazdığı üzere mozzerella peyniri ile yapılmış olsaydı, durum bambaşka olacaktı. Ben bu mozzerella peyniri aşkını da anlayamadım. Evet, İtalya’da mozzerella ile yapılır pizza, ama adamların milli peyniri olduğundan sürekli üretimi yapılıyor. Bizde kaşar peyniri kılıklı kuru bir peyniri mozzerella diye satıyorlar. Madem yok, o zaman asıl ne koyuyorsan onu yaz, her türlü satıyorsun zaten, en azından kandırılmış hissetmeyiz.


Bir süre için daha sağlıklı beslenme konusunda aldığımız karardan ötürü, bu yemekte tatlı yemedik. Zaten yemekleri de paylaştık. Bana kalırsa, salata yiyip bir saat sonra acıkmak, ya da pizza sonrası suçluluktansa, ikisinden de yiyip sağlıklı ve mutlu olmak en güzeli :). Big Chefs’de porsiyonların büyük olduğu gerçeğinin de bu duruma katkısı büyük elbette…



Merak edenler için, büyük şişe Uludağ soda, salata, pizzadan, çay ve Türk kahvesi için 50.50 TL ödedik. Ben fiyatı yüksek olarak değerlendiriyorum açıkçası, özellikle de salatayı göz önüne alarak. Demleme çayın yanına akide şekeri ve minik vazoda taze çiçek koyarak 3.5 TL fiyatı haklı çıkarmaları da ayrı! Bu arada hak geçmesin, kahvenin yanında da fıstıklı lokum var.

Bir diğer değinmek istediğim konu ise, yine meraklısına, vale hizmeti sunuyor olmaları. Bu sefer yaz dolayısıyla Ankara’nın boş olduğu bir zamana denk geldiğimizden, arabamızı alıp 10 dakika yürüyüş mesafesindeki yer yerine hemen Big Chefs’in önüne park etmişler. Durum şaşırtıcıydı çünkü BMW, Mercedes ya da arazi taşıtı olmayan bir arabayı hemen önlerindeki kaldırıma park etme lütfünde bulunmuşlardı. Mekanların bu davranışlarını kesinlikle çok itici buluyorum. İçerisi galeri değil ki en yeni modelleri vitrine koyasın!


Before the Pink Martini concert we went to Çukurambar Big Chefs as the place was close to the concert venue. Çukurambar is a region where this food & beverage business started to evolve during the last years. Therefore I don’t find the area very welcoming. Many restaurants, cafés, bistros, or whatever they are called, are lined next to each other.

As weather was back to normal, we had a table at the garden. Large garden is very peaceful with its nice decoration. You may know if you have been there before, the little pool around the garden is now a flower area. Right after we sat our table, we realized that there was a cooling system spraying water. Although it perfectly cools, it makes you feel like a vegetable being watered.

Firstly we ordered a cold sparkling water. My dear uncle’s recipe, sparkling water with lime, lemon, mint and ice literally saved our lives. Following that salad with fresh oregano added feta arrived. Its taste was very good but a salad with the ingredient feta in the name having so little feta was surprising. Finally, we shared a vegetable pizza. The early arriving pizza, although we asked for it to be served after the salad, unfortunately was not very warm until we had it. You can imagine how the cheese was. In addition, I never understand why restaurants write mozzarella at the menu although they are not using it.

As we decided to eat better a little while ago, we didn’t order any dessert. As you know, we also shared our orders. I believe having a little of everything is better than having a salad and being hungry after an hour or having a whole pizza and feeling guilty. I also need to add that Big Chefs have great portions.

For the ones interested, sparkling water, salad, pizza, tea and Turkish coffee cost 50.50 TL. I believe the dinner was a little over priced, especially when we think of the salad. Serving tea with candies is not a reason for paying a small glass of tea 3.5 TL. I should also add that coffee is served with Turkish delight.

Another point I would like to add is that they offer valet parking. Although normally they prefer to park luxury cars in front of the restaurant, somehow this time our car was not parked somewhere 10 minutes walk away but right in front of the place. I find this kind of behavior very irritating. The place is not a car gallery, so why would you need to park the best models at the window?

Friday, July 9, 2010

Grilled Mojo Chicken on Brown Bulgur with Shagadelic Sauce

Behave Baby! Bazılarınız tahmin etti sanırım, evet Austin Powers’dan bahsediyorum. Tarifin adındaki ‘mojo’ dan sonra başka bir şey düşünmem mümkün olmadı. Her seferinde çok güldüğüm Austin Powers filmleri bir üçleme şimdilik. Austin Powers İngiliz bir ajan ve kötü adam ‘Dr. Evil’ın dünyayı ele geçirme planlarını bozmakla görevli. Austin, 1960’larda dondurulup, 90’larda yeniden aramıza katıldığından dolayı her hali 60’lardan kalma. Son olarak baş rol oyuncusu Mike Myers’ın ilk filmde Austin Powers ve Dr. Evil’I ikinci filmde bunlara ek olarak Fat Bastard’ı ve son filmde Gold Member’ın da eklenmesiyle tam 4 karakteri oynadığını eklemek isterim. Henüz izlemeyenlere benim favorilerim arasındaki bu seriyi tavsiye ediyorum. Her kim ki bu filmleri izleyecek, buram buram İngiliz kokan esprilere hazırlıklı ola!



Bugün Butcha’ya verdiğimiz serveti telafi edelim dedik ve yemekleri ben yaptım :). Şaka bir yana, hem sağlıklı bir şeyler yiyelim, hem de sizlerle paylaşalım dedik. Kütüphanemin baş tacı yemek kitaplarımı karıştırıp birkaç tane tarif belirledim ve Obstinate King seçtiklerimin arasından en çok bunu sevdi. Bende ne olursa olsun, tek başına yenmez dedim ve bir süredir ailecek pek sevdiğimiz esmer bulguru (greçka) sizlere tanıştırmak istedim.

Özetle bugün protein zengini, yağ fakiri bir tavuk yemeği ve birçok vitaminin yanı sıra lif yönünden de çok zengin olan esmer bulgur pilavı pişiriyorum. Bu haftadan başlayarak da her hafta yeni bir tarif yayınlamaya çalışacağım.



Önce malzemeler: (6 kişilik)

Izgara Tavuk:
1 portakal
2 misket limonu / limon
2 avuç taze fesleğen
1 avuç ayıklanmış taze kekik
10 diş sarımsak
1 yemek kaşığı toz kimyon
Kımızı pul biber
Zeytinyağı
1,2 kg tavuk göğsü
Tuz ve karabiber

Esmer Bulgur Pilavı:
1 büyük kuru soğan
2 su bardağı esmer bulgur
4 su bardağı sıcak su
2 yemek kaşığı zeytinyağı / tereyağı
Tuz

Sos:
Tavuk pişerken altına akan su (süzülmüş)
3 kaşık un

Tavuk ile başlayalım. Tarifin orjinali Williams-Sonoma’nın Food Made Fast serisinin Weeknight kitabından. (Tarif orjinali değil, bir miktar ekleme ve çıkarma var.) Öncelikle tavukları yıkadım ve süzdüm. Daha sonra genişçe bir kaba dizdim. Sarımsakları soydum. Kolay soymak için geniş bir bıçağı sarımsak dişlerinin üzerine yatay koyup elinizle hafifçe baştırırsanız, kabuk gibi kırılıyor ve rahatça ayırabiliyorsunuz dışını. Daha sonra sarımsakları minik minik doğradım, kekiklerin yapraklarını ve ince kıyılmış fesleğenleri tavuklara ekledim. Limonların ve portakalların kabuklarını rendenin en ince yeriyle rendeledim. (Beyaz kısımlarını rendelemeyin yoksa acı bir tat oluyor.) 2 limonun suyu ve portakalın yarının suyuyla beraber tavuklara ekledim. En son kimyon, tuz, karabiber ve zeytinyağı koydum. Her tavuk parçasının tüm malzemelere bulanması için karıştırdım ve 10 dakika dinlenmeye bıraktım. Fırını ısınması için en yüksek derecesine (250oC) getirdim.


Tavuklar dinlenip, fırın ısınırken, kuru soğanı küçük küçük doğradım ve genişçe teflon bir tencerede ısınmış / erimiş olan zeytinyağına / tereyağına ekledim. Soğanlar yumuşayana kadar ara ara karıştırarak pişirdim. Daha sonra esmer bulguru ekledim ve renkleri hafifçe değişene kadar (4 dk.) orta ateşte ara sıra karıştırarak pişirdim. Üzerine 4 bardak sıcak su ve tuz ekledim ve kapağını kapatıp ateşi kıstım.


Isınan fırının tel rafını ortaya folyo / pişirme kağıdı ile kapladığım tepsiyi ise alt kısma yerleştirdim. Tavuk parçalarını üzerine dizdim, tepsiye 1 parmak su ekledim ve fırının kapağını kapattım. Tepsiye su koymak tavuktan damlayan suların yanmamasını, yemeğin buharlı ortamda pişmesini ve daha sonra yapacağımız sosun ana maddesini zahmetsizce hazırlamamızı sağlıyor. Tavuklar yaklaşık 12 dakikada pişiyor, ancak renkleri istediğim gibi olmuyor. Tavukları kurutmadan renklerini istediğim gibi yapmak için tel rafı en üste alıyorum ve 45 saniye kadar orada tutuyorum. İşte size harika kızarmış tavuk göğüsleri! Onları tekrar bir kaba aldım ve üzerini folyo ile örttüm, böylece tavukların sulu kalmasını ve ben başka şeylerle ilgilenirken soğumalarını engelledim.

Tam bu sırada pilav suyunu çekti. Altını kapattım ve kapağı ile arasına bir parça kağıt havlu koyup dinlenmeye bıraktım.

Sos için tepside birikenleri tel süzgeç ile süzerek bir tencereye aktardım. (Bu aşamada içinde çırpma teli kullanabileceğiniz bir malzemeden tencere kullanırsanız biraz sonra ekleyeceğiniz un topaklanmaz ve tekrar süzmek zorunda kalmazsınız.) Yüksek ateşte 3 kaşık unu yavaş yavaş ekledim ve koyulaşana kadar sürekli karıştırarak pişirdim. Kıvamı tamamen zevke kalmış. Eğer sıvı gelirse daha fazla un eklenebilir yada koyu olursa sıcak su ile seyreltilebilir.

Sıra serviste. Ben evde yapılan klasik tavuk / et yanına pilav görüntüsünden sıkıldığım için ve esmer bulgurun ilk bakışta göze çarpmasını değil, sonradan keşfedilmesini istediğimden tabağın ortasına tepe oluşturacak şekilde pilavı koydum. Üzerine üç parça tavuğu yerleştirip, tavukların üzerine bir miktar sos döktüm ve kırmızı pul biber ile süsledim. Ortasına da artan taze kekiklerden yerleştirdim. Masaya da bir miktar sos koydum çünkü tabağı hazırlarken az sos koyup daha sonra isteyenlerin ilave etmesini daha akla yakın buluyorum.


Umarım bu sağlıklı ve besleyici tarifi dener ve seversiniz. Önceden hazırlanıp eve gelindiğinde sadece tavukları pişirip harika bir yemek elde edilebileceğini düşünürsek, sıkı bir antremandan sonra gerekli protein desteği için de iyi bir alternatif.

Afiyet olsun!


Behave Baby! Yes I am talking about Austin Powers. Because of the ‘mojo’ in the name of the recipe, I couldn’t think of anything else. Austin Powers movies which I laugh a lot every time I watch them is a trilogy for the time being. For the ones who haven’t watched yet, Austin is a British spy and is trying to stop Dr. Evil. Austin was frozen in 60’s and released at 90’s, however everything about Austin is still from 60’s. Lastly, the leading actor Mike Myers plays Austin Powers and Dr. Evil characters in the first movie while Fast Bastard and Gold Members characters are added at the next two movies. If you haven’t watched the series yet, I strongly recommend!

Today, we decided to compensate the fortune we paid at Butcha. Seriously, we wanted to have something healthy and also share it with you. I have picked some recipes from my cookbooks and this was Obstinate King’s favorite. However, I didn’t want to serve it plain and decided to cook brown bulgur (known as greçka) as well. In short, I am cooking a dish that is rich in protein, lacks fat and contains many vitamins and fiber. Starting from this week, I am also planning to introduce a new recipe every week.

Ingredients (for 6):

Grilled Mojo Chicken:
1 orange
2 lime / lemon
2 handfuls fresh parsley
2 handfuls fresh oregano
10 cloves garlic
1 tablespoon ground cumin
Red pepper
Olive oil
1.2 kg (2.5 lb) chicken breast halves
Salt and pepper

Brown Bulgur Pilaf:
1 big yellow onion
2 cups brown bulgur
4 cups hot water
2 tablespoons olive oil / butter
Salt

Sauce:
Drippings from the cooking chicken (drained)
3 tablespoons flour

Let’s start with chicken. The original recipe is from Williams-Sonoma’s Food Made Fast series’ Weeknight book; however I have added and removed a few things. Firstly, I washed and drained chicken breasts and put them in a large plate. I peeled garlic cloves and minced them as well as parsley leaves and oregano, and added to the plate. I have also added zest of lime and oranges (zest is produces bu grating the skin of the fruit), together with their juices to the plate. Finally, I added cumin, salt pepper and olive oil and rest for at least 10 minutes. I turned on the broiler for preheating.

In the meantime, I peeled yellow onion and cut into pieces as small as possible. I have heated a large pan and put some olive oil / butter in it. After letting the oil heat / melt, I cooked onions in it, stirring occasionally, until they are soft. Following, I added bulgur and cooked for about 4 minutes, until its color changes slightly. Finally, add hot water and salt, stir once and put the lid on, letting it to cook slowly.

I placed the wire rack to the middle and the aluminum foil covered tray to the lower level. I placed the marinated chicken breasts on the wire rack, added some water to the tray and let it cook for about 12 minutes. After that, I put the wire rack to the top level for 45 sec. so that the chicken breasts have a better color and are not yet dried. Here you are! I took them to a plate and covered with foiled so that they can set a little and do not cool down.

Right at that time, pilaf was done (it sucked all the water), so I turned the heat off and placed a piece of paper towel between the lid and pan.

For the sauce, I drained the juice in the tray to a pot. I added flour and cooked it continuously stirring. The thickness of the sauce is all about your preference so if you want it thicker, add some more flour or for the opposite some hot water.

Serving a dish is as important as cooking it. I placed pilaf in the shape of a hill. On top, I placed chicken breasts and placed some greens in the middle. Added a little amount of sauce and sprinkled some red pepper to add color. I also served sauce separate, for the ones who care for more.

I hope you like my healthy recipe. I believe it is a good alternative for an after-gym meal.

Bon appétit!

Thursday, July 8, 2010

Pink Martini @ 06.07.2010 ANKARA


Eğer bir ton reklamına denk gelmemiş olsanız bile işallah blogumuzun “Upcoming Events”inde görüp gitmişsinizdir bu konsere. Açıkçası ben özlemişim. Enerjilerini, şarkılarını ve alçakgönüllüklerini. 2. izleyişim oldu bu benim. Bu konser belki ilki kadar özel değildi ama konu Pink Martini olunca insan her şeye sabrediyor. ODTÜ Vişnelik Tesislerinde 2000 kişinin üzerinde bir kalabalık başta heyecan verici olsa da çoğunluğun bir “konser izleyicisi” olmayışı sonucu, hem Pink Martini hem de ben ve Drama Queen formdan düştük açıkçası.

Öncelikle güzel şeylerden bahsetmek istiyorum. Şansa hava oldukça güzeldi, son zamanlarda bir Karadeniz şehri gibi olan Ankara, bu gece bizi üzmedi ve yağmur yağmadı. Grup da, her ne kadar yeni albümleri Splendor in the Grass’ın turuna çıkmış olsa da, genelde eski klasikleşmiş şarkılarını söyledi. Son albümlerinden 1 yada 2 şarkı söylediler, ki bu albüme henüz çok hakim değildim isabet oldu. Yalnız ilk şarkı Ninna Nanna’yı çok beğeniyordum, onu da araya sıkıştırdılar :).


Gelelim gecenin kötü yanlarına. Başlangıçta her zamanki bir Biletix klasiği yaşadık. İnternetten satın aldığımız biletleri “fiziki” olarak alabilmek için uzuuuuuunca bir sıraya girdik. Bu bilet işi hakikaten bu kadar zor olmamalı. İster MyBilet gibi her tarafa gişemsi o ekranlardan koy gidip bastıralım, veya mail at bileti onun çıktısını alalım. Bunun dışında bir sürü insan da başka sebepten telef oldu. Çok net bir şekilde kapıda bilet satılacak ama fiyatı 50 TL (*) olacak yazıyordı. Buna güvenip o hınca hınç trafiği aşıp zar zor park yeri bulup gelen insanlar, aynen geri döndü. Çünkü biletler tükenmiş? Açık alan yahu burası, konser salonu değil ki nasıl tükensin biletler? Biz girebilmeyi başaranlar ise yan komşuları yüksek ses seviyesi (!) ile rahatsız etmeden konser dinlemenin mutluluğunu (!) yaşadık. O nasıl kadar kısık sesti bir konser için.

(*): Bu parantezi açmadan da ilerleyemeyeğim. 2 kişi kapıdan bilet alırsanız 100 TL’ye geliyor. Biletix ile internetten alırsanız hizmet bedeli vesaire ile 93 TL’ye. Ne anladım ben bu işten yahu? Sonuçta bizde sırada sürünüyoruz onlar da.

Son olarak da müthiş (!) kalabalığa değinmek istiyorum. Ön taraf ve nehirin karşısı soldakileri ayrı tutmak kaydıyla tabii. Öncelikle biletler ucuz değildi, o yüzden en azından gelen insanların bir kaç kere de olsa grubu dinlediğini düşünüyorum. Sırf Pink Martini’ye gittik demek için gelenler varsa da, bir şey demiyorum artık. Neyse, benim bahsetmek istediğim tüm konser boyunca içimde büyüyen, insanları omuzlarından sarsma isteği. Pink Martini bu ya! Oturarak dinlenir mi o güzelim romantik şarkılar? Ben ilkine yalnız gittiğim için çok koymuştu, şimdi Drama Queen ile gideceğimiz için çok heyecanlıydım. Hareketli şarkılarda dans edeceğiz, slow parçalara döndüklerinde ise ona sarılıp beraber hafif hafif salınıcaz diye hayal ediyordum. Ama bu kalabalık cidden şoka uğrattı beni. İnsanların gelip gelip oturun, göremiyoruz veya aşağıdan tepemde dikilme gibi tepkiler gelmesi? Maç mı izliyosun nedir ki bu? Zaten bir sahne şovu da yok ortada. Uzaksın bir de görecek hiç bir şey yok hakikaten. Hadi her şeyi geçtim koltuk numaran da yok ki, koca çimlik alan bas geç başka yere rahatsız olduysan. İnsanları anlamak güç cidden. Neyseki ikimiz de gamsız insanlarız ki kendi havamızda devam ettik. Bunun dışında artık klasik olan konserden bihaber gruplar ve onların arasındaki gerekli gereksiz herşeye espri yapan yan sanayi Cem Yılmaz kılıklı arkadaşlar tabii ki vardı ama uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok onlardan. En son onlarsız ne zaman konser izledim ben bile hatırlamıyorum. Aslında bahsetmezdim bile bu durumdan ama grubun Starbucks’larda çok çalınmasından mütevellit bu tip gruplar belirgin sayıda ve dikkat çekiciydi.


Ama her şeye rağmen Pink Martini işte bu. Bambaşka bir albenisi var onların. Çıktığımda hala yüzümde bir gülümseme ile

je ne veux pas travailler,
je ne veux pas dejeuner,
je veux seulement oublier et plus je fume

diye dolanıyordum! Hepsini çaldılar yahu beklemiyordum valla son albümden giderler diye düşünüyordum ama yanılttılar. Let's Never Stop Falling In Love, Sympathique, Hey Eugene, And Then You're Gone ve tabii ki Qué Sera Sera. Ekstradan da bir Katibim türküsü :).


Kısacası acısıyla tatlısıyla ülkemizden bir kez daha Pink Martini geçmiş bulundu. Başka konserlerde görüşmek üzere!



This was supposed to be a positive review post, but sometimes things do not happen in the way be desire.

Pink Martini concert at METU Vişnelik Tesisi was very good for the ones who could get in and enjoy music regardless of many distractions. Although it was announced that tickets were available at the entrance, people faced a big SOLD OUT shock! If you were continuous and bought your tickets from Biletix “The ticket master company”, you needed to wait a long queue in order to reach your already paid ticket. If you were lucky enough to get in, there was a so called ‘concert crowd’. Everyone (regardless of a small crowd) was sitting and if you were standing up, dancing a little, people were warning you, claiming they were not able to see the stage! We couldn’t understand the point, there is no stage show, were not watching an open-air theater, IT IS A CONCERT! Luckily we didn’t let anyone ruin our night and enjoyed it as much as possible.