Thursday, February 10, 2011

Tiyatro Notları No: 2 – “Fosforlu Cevriye”, Feray Darıcı ve Zeynep Aytek Metin Söyleşisi

1) Fosforlu Cevriye 3 sezondur kapalı gişe oynuyor. Biletler satışa çıktığı an tükeniyor. İzleyenler tekrar izliyor. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
 
Feray Darıcı: Malesef her oyunda ekip birbiriyle bu kadar kaynaşamıyor. "Kan tutması" ekip içinde yaşadığımız durum tam olarak bu. Bizim aramızdaki sıcaklık, samimiyet ve sahnede oyundan ve birbirimizden aldığımız keyif direkt olarak seyirciye yansıyor sanırım. Tabi Akün sahnesinin fiziki durumu da bize bu anlamda iyi hizmet ediyor. Oyunun müzikal olması ve Atilla Özdemiroğlu müziklerin bu denli beğenilmesi, tekstin bizden olması, işin içinde Gülriz Sururi gibi bir duayenin hem yazar hem yönetmen olarak bulunması ve dediğim gibi ekip içindeki o kan tutması seyirciyi bu kadar sarıp sarmalıyor.


Zeynep Aytek Metin: Müzikaller tiyatronun en renkli anlatım aracı hem de süsüdür. Ancak. Ne yazık ki bu renkli şölenin maliyeti diğer tiyatro türlerine göre çok daha fazla. Uygun oyuncu ve müzisyenlerin bulunması da bir o kadar zor. Doğal olarak, az sayıda oyun çıkması da talebi arttırıyor. Tabi bunun yanında, bu oyunda yönetmenin isabetli kast seçimi ve oyuncuların birlik ve uyumunun hakkını da yememek lazım.
 
2) Hayatın içinden karakterler canlandırıyorsunuz. Bu durum sizde nasıl hisler uyandırıyor? Gerçek hayatınızı etkiliyor mu?

 
FD: Cevriyenin masumluğu, çocukluğu, kadınlığı, aşkı, hüsranları, acıları, yalnızlığı, her şeye rağmen yaşam sevgisi.... Tüm bunlar aslında hepimizin içinde olan, hepimizin zaman zaman yaklaşıp zaman zaman özlediğimiz duygular... Yani aslında çok benden, çok bizden. Dolayısıyla hayatın gerçekliği içinde gerçek olan bir karakter canlandırıyorsanız günlük yaşantınızı kısmen etkilemesi doğaldır.


ZAM: Ne kadar profesyonel olursanız olun, çıkardığınız karakterlerin hayatınızın içinde, ufak tefek aksiliklere sebep olmaması mümkün değil. Şöyle düşünün, aynı dairede iki kiracı, sonra üç, sonra dört… Aynı enstrümanı kullanan iki kadın. En azından oynanan oyun boyunca, bazen içsel iniş çıkışlarla, bazen dışta size ait olmayan hareketler ve biçimlerle karşı karşıya kalıyorsunuz.


3) Bu güne kadar oynadığınız karakterlerden kendinize en yakın hissettiğiniz hangisi ve neden?

 
FD: Sanırım Cevriye. Az önce de bahsettiğim gibi hayat kadar duygu yelpazesi geniş bir karakter... Yani gerçeğin içinde...


ZAM: Eğer profesyonelseniz oynadığınız hiçbir karakteri yalan yada uzak diye isimlendiremezsiniz. Her ne kadar oynadığınız roller bazen sizi çağrıştırsada, genelde bakındığında, her karakter bir insan. Siz yaradılıştan nasıl parmak izinize kadar eşsizseniz, aynı şey çıkan karakter için de tamamen geçerlidir. Bu düşünce hem her yeni çalışmada sizi tüm karakterlere eşit mesafede tutar, hem de bir önceki sorunuzun cevabıdır. Siz oyuncu olarak, karaktere fazladan bir şey yüklemezseniz, yolunuz ayrıldığında ona vedanız da kolay olur.
 
4) Tiyatronun diğer sanat dallarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’de hakettiği değeri bulduğunu düşünüyor musunuz?

 
FD: Hayır ama çok karamsar da değilim. Bölge tiyatrosunda da çalışmış bi oyuncu olarak, bölgenin ve özellikle Ankara’nın en azından çok kemikleşmiş bir seyirci kitlesi var ki 3. sezondur hala kapalı gişe oynuyoruz. Bu işin seyirci kısmı sadece...


ZAM: Konservatuarda, bir hocamız buna atfen çok güzel birşey söylemişti. “Çok şansızsınız, herkesin orta okulda bir gösteri deneyimi vardır”. Doğru, çünkü insanlar kemanı, baleyi zikretmezken, oyunculuk ne yazık ki yaya kalır. Bir de örnek verilir, yurt dışında mankenler Oscar aldı! Ancak bilinmez ki, o manken 4 sene üniversitede yüksek tiyatro eğitimi almıştır. Kısaca belki eğitim arttıkça, kendimize, sanata layık gördüklerimiz de değişir.


5) Bir oyunun hazırlık aşamasında yaşadığınız en büyük zorluk nedir?

 
FD: En en büyük zorluk, karakter yaratım sürecidir. Karakteri doğurmak, beslemek, anlamak ve giymek gerekir. İşte bu çok sancılı bi süreçtir.


ZAM: Karakteri yaratmak zordur, ama asıl zor olan onun dünya ile ilişkisidir. Bu da, grup arkadaşlarınızla uyum ve paylaşım ister. Eğer bu gerçekleşmezse, bütün karakterler mükemmel çıksa da, oyun vasatlaşır. Yani, uyumsuzluk oyuncuyu küçültür. Köprüler bir kez kuruldu mu, işler kolaylaşır.

 
6) Sinema, dizi ya da tiyatro oyunlarından birinde "bunu ben oynamalıydım" dediğiniz bi rol var mı?
 
FD: Ben bu konuda biraz arsızım. İzlediğim, beğendiğim, heycanlandığım her projede yaş, cinsiyet ayırmaksızın kanım kaynayıp, hepsini oynamak istiyorum. :)


ZAM: Mümkünse hepsi! Her biri ayrı deneyim ve macera. En akla gelmedik rol, sizin yaklaşımınızla, hem izleyene hem oynayana beklenmedik şeyler yaşatır. Onun için süpriz hep iyidir. Hepsi olsun. :)


7) Bir oyuncu olarak kendinize sanatçı diyor musunuz? Kime sanatçı denir?
 
FD: Devlet tiyatrolarında "sanatçı" kadrosundayım. Ama sanatçı sıfatının sorumluluğu bence çok ağır. Müthiş bir donanım demek bu. Yani oyunculuksa sanat dalınız tüm oyunculuk biçemlerine, tüm tiyatro sinema tarihine, mitolojiye vs... hakim olmak gerekir diye düşünüyorum. Diğer sanat dalları hakkında ciddi fikirlere sahip olmak gerektiğini de düşünüyorum, ve maalesef ülkemizde bu anlamda eğitim sıkıntımız olduğunu biliyor ve yaşıyorum.
 
ZAM: O zikrettiğiniz cümle en az yirmi beş yıl ister. Her oyunun bir ilmek, her ilmeğin ömür halısının motifine bir katkı olduğunu bilin, gerisini varın siz düşünün ne zaman o noktaya gelir bu macera...


8) Blogumuz genellikle yeme içme kültürü üzerine. Sizin de gitmekten keyif aldığınız yerleri öğrenebilir miyiz?


 FD: Ankarada yaşıyorum ve deniz özlemi içindeyim. Bulduğum her fırsatta denizli biryerlere gidip deniz kenarında yaz kış balık keyfi yapmayı çok severim. Eğer Ankaradaysam tarihi dokusu olan mekanlar daha çok ilgimi çeker. Kalede Ankara manzarasına nazır keyifli bir akşam yemeği gibi...

ZAM: İş, aile, koşturmaca... Türkiye’de kadın olmak, hele böyle bir meslek grubunda çok eğlenceli. Sosyal hayat neredeyse sıfır. Ancak, Budakaltı, Cafémiz, Yosun az bulunan zamanların durağı.

No comments: