Sunday, October 3, 2010

Tiyatro Notları No:1 – “Vahşet Tanrısı” ve Zerrin Tekindor Söyleşisi

Kaynak : Devlet Tiyatroları

I am sorry our dear followers who do not speak Turkish, but this post will be only in Turkish as it is a commentary of a play and the interview with the actress “Zerrin Tekindor”.

Tiyatro, pek çoğumuzun ihmal ettiği bir sanat dalı. Bu durumun suçlusu sinemanın çok kolay ulaşılabilir olması diye düşünüyorum aslında. Tiyatro izleyebilmek için yaklaşık iki hafta önceden program yapmanız ve o akşam da bir işinizin çıkmaması gerekiyor. Aslında çok çaba gerektirmiyor, sadece biraz özen gerektiriyor. Zaten son anonstan sonra perde açıldığında da kendinize teşekkür ediyorsunuz. Benim de blogda tiyatroya hiç yer vermemiş olmamın büyük bir ihmalkârlık olduğunu kabul etmem gerekir elbette.

Dün akşam, Ülkü Duru, Zafer Algöz, Zerrin Tekindor ve İşdar Gökseven’in oynadıkları “Vahşet Tanrısı”nı izledim. Oyun, önümüzdeki Cumartesi (9 Ekim 2010) de matine – suare olmak üzere tüm hafta Küçük Tiyatro’da tiyatro severlerle buluşacak. Oyun, hayatın akışı içinde taktığımız maskeli hallerimizin ve çok kötü birer oyuncu olduğumuz için bir süre sonra tüm çıplaklığımızla kim olduğumuz gerçeğine nasıl döndüğümüzün mükemmel bir örneği. Çocuklarının sorunu sebebiyle iki ailenin medeni bir uzlaşma arama çabasındaki halleri ve daha sonrasında gerçek karakterlerinin onları sürüklediği yer o kadar gerçek ki, içinizden ‘bu geçen gün iş yerindekiler anlattığı hikâye değil mi’ demeniz çok olası. Buradan çıkaracağınız dersin yanı sıra, çok eğleneceğinizin garantisini de veririm. Usta isimlerin performanslarının oyunu nereye taşıdığı aşikâr olduğundan bu konudan bahsetmiyorum bile. “Vahşet Tanrısı” mutlaka izlenmesi gereken oyunlar listesinin üst sıralarında.

Oyunculardan “Zerrin Tekindor”a da buradan tekrar söyleşimize zaman ayırdığı için teşekkür ediyorum.

Oyunun konusunu biliyoruz; ancak sahneden birinin duygularıyla bir oyunu dinlemek bambaşka. Bize biraz oyundan bahseder misiniz?


Çok evrensel bir oyun bence, yani dünyanın her yerinde aynı problem yaşanır ve çocuğu olan herkes bunu mutlaka yaşamıştır. Kurgusunu çok beğeniyorum oyunun ve gerçeklik hali beni çok etkiyor. Bende çocuk yetiştirmiş biri olarak söylüyorum bunu elbette.


Bu sene sahnelenecek eserlerden dikkatinizi çeken ve kaçırmamamızı tavsiye edeceğiniz oyunlar var mı?

Ankara’ya turne için geliyoruz dolayısyla herhangi bir oyunu izleme şansımız olmuyor; çünkü o sırada bizde oyun oynuyoruz. İstanbul’da “Profesyonel” adında bir oyun var, Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler’in oynadığı. O oyunu çok beğendim, onu önerebilirim.

Biraz da genel olarak tiyatrodan bahsetmek istiyorum. Yurt dışında izlediğim oyunlar yüksek bütçeli dev yapımlar. Haliyle bu da bilet fiyatlarına yansıyor, burada ise durum tam tersi. Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?

Çok kısa süre önce Londra’daydım ve çok uzun süre kaldığım için birçok oyunu görme fırsatım oldu, hakikaten durum böyle. En son “War Horse” adında bir oyuna gittim, olağan üstüydü. Çok büyük prodüksiyonlu işler bunlar. “Bütün Oğullarım”ı izledim, o da öyle, inanılmaz bir dekoru vardı. Hakikaten çok para harcıyorlar, fakat tiyatro sanatı o kadar onların olmuş ki Londra’da yaşan insanın ihtiyacı gibi bir şey ve o parayı veriyorlar, aynı oyunu 3 kere, 5 kere izleyebiliyorlar. Para pul işlerini aşmışlar, onlar bu konuyu kapatmışlar, oyuna ihtiyaçları olduğu için gidiyorlar. Bizde de o kadar nitelikli yapımlar var ki 6 liradan 10 liraya bilet fiyatlarının çıkması gibi konuların lafı bile edilmemeli.


Sizin zamanınızda sahneye giden yol Yeşilçam’dan ya da konservatuardan geçiyordu. Şimdi ise konservatuarların yanı sıra özel tiyatro okulları da oyuncu yetiştiriyor. Bunun dışında bazen bir yarışmaya katılmak da oyuncu olarak iş bulmaya yetebiliyor. Bu durum sahne arkasına ya da sete nasıl yansıyor?

Hiçbir eğitim almadan gelmiş insanlar birçok konuda yetersiz oluyorlar, eğitim yadsınamayacak kadar önemli bir şey. Sette öğrenilir, oyuncuların arasında öğrenilir gibi bir şeye inanmıyorum ben, okulun çok ciddi faydası vardır. Kendinizden emin olmanızı sağlar; ama bu cahil cesareti bir eminlik değildir. Bilerek yaparsın ve başka başka şeyleri deneyecek cesaretin olur. İleriyi daha iyi değerlendirebilirsin yani, bir rol kişisini, oyunun gidişatını, ivmesini, her şeyini, hiçbir şey belli olmadan, daha o texti okurken bile çıkabilirsiniz, emin olduğunuz için, işi bildiğiniz için. Diğer türlü, birilerinin yönlendirmesiyle hasbel kader bir şeyler oluyor o da ne derece doğru, benim hiç onayladığım bir şey değil. Fakat bunların içinde çok çaba gösteren, çok çalışkan olan ve bilmediğini utanmadan çekinmeden, kendine göre başarılı bulduğu kimse, ona gönül rahatlığıyla gidip sorabilen oyuncular da var. Onları çabaladıkları, çalıştıkları, çok disiplinli oldukları için takdir ediyorum. Eğer yeteneği varsa, bir o kadar da çalışkansa, sonucu iyi yerlere bağlanabilir. Kulis terbiyesinde biraz eksiklik olabiliyor. Bu tabi herkesin yetiştirilmesiyle de ilgili, iyi yetiştirilmişse, saygının, özen göstermenin ne demek olduğunun farkında kişilerse, hiçbir problem çıkmıyor.

Bazı insanlar tiyatroyu ölü bir sanat olarak nitelendiriyor. Bunun nedenini ise sinemadaki efekt zenginliği ve geniş kitlelere ulaşabilme avantajı olarak gösteriyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tiyatronun sahne üstünde tek başına oyuncular arasında geçtiğine inanmıyorum. Oyunu oyuncular seyirciyle birlikte oynar aslında, seyircinin nefesi tepkileri, her şey, oyuncunun oyununu şekillendirir. Orada çok sahici, birebir yaşanan bir ortaklık vardır. Sinemanın teknolojisi, imkanları çok şahane, hepimiz beğenerek izliyoruz ama o sahnede olma hali, seyirciyle bunu paylaşma hali çok güzel. Ben eskiden tiyatronun güzelliğinin oyuncu olmak olduğunu düşünüyordum, ama şimdi çok güzel bir oyunu seyretmek de inanılmaz zevk veriyor bana.

Biraz da gündemden bahsetmek istiyorum. Haluk Bilginer’in A46 dergisindeki röportajı hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben röportajı çok samimi buldum, fakat basında ve camianızda büyük olay koptu.

Ben maalesef röportajı okumadım, basından takip ettim, ama çok farklı farklı değerlendirmeler yapılmış. Okumadan değerlendirme yapmak doğru olmaz ancak çevremde çok üzücü olaylar yaşamış birçok insan var, aynı sahneyi paylaştığım insanlar da oldu ve onların demek ki bunu kaldırabilecek, sahneye çıkabilecek enerjisi varmış, insan faktörü sonuçta, kişiye göre değişen bir şeydir bu. Biri derki ben bununla başa çıkamıyorum, gidip oynayamam, bu çok geçerli bir şeydir, bir diğeri de ben iyiyim, halledebilirim der. Açıklamayı ise oyuncular adına da bir hakaret olarak almadım, herkes düşüncesinde serbest.


Blogumuz ağırlıklı olarak yeme-içme kültürü üzerine. Sizin de gitmekten zevk aldığınız yerleri öğrenebilir miyiz?

Ben balık yemeyi çok sevdiğim için genelde balıkçı kültürüm vardır. Bebek’teki “Poseidon”, Arnavutköy’deki “Eftelya” çok sevdiğim yerler. Ece Aksoy’un “Ece 9” adındaki yerinin de inanılmaz mezeleri ve yemekleri vardır. Burada dışarı çıktığımızda daha çok lezzet yönünde tercihler yapıyoruz, ama yurtdışında ise farklı bir yer olması, atmosfer gibi şeyler de devreye giriyor. Çok doğru değerlendirme olmayabilir ama benim sevdiğim yerler, Paris’te “Bon”, “Lip Brasserie”, Londra’da “Sandersen Hotel”i, “Bibendum”, “Nobu”, “Shephard’s Market”daki küçük Fransız, İtalyan, Polonya restaurantları çok tatlı yerlerdir.

1 comment:

Özhan said...

Oyuna gitme fırsatı bulamadım.Bu keyifli söyleşi için teşekkürler!